ARARKEN KAYBETTİKLERİMİZ


Yoksunluğun değil yoksulluğun içinde doğup büyüyen Camus, akademik anlamda bir filozof sayılmasa da varoluşçu düşünürler arasında önemli bir yere sahiptir. Camus ’nün hayata karşı olan duruşu ve felsefesi çocukluğundan gelir. Ailesi ile birlikte yoksulluk içinde yaşadığı çocukluk yıllarında annesinin hayata karşı olan kayıtsız ve ilgisiz duruşu onun ileri yaşlarda yazacağı eser ve düşüncelerinin zeminini oluşturmuştur. Yoksulluk içinde eğitim hayatı oldukça sekteye hatta bitmek üzereyken öğretmeni tarafından desteklenmiştir. Bu sebeple de yıllar sonra aldığı Nobel Edebiyat ödülünü öğretmenine ithaf etmiştir. Camus ‘nün hayatının bir özeti olmuştur bu durum aslında çünkü hayatı boyunca her türlü engeller ile karşılaşmış, zorluklar ile savaşmıştır. Ancak yaşamış olduğu tüm olumsuzluklara rağmen savaşını bırakmamıştır. Felsefesinin temel kavramları olan saçma, başkaldırma, yaşamın değeri gibi kavramlarını önce kendisi deneyimlemiştir. Bu kavramlar da Camus, insanın dünya ve kendi yaşamı karşısında önce duygu olarak duyduğu sonrada sorgulayan, anlam arayan tutumuyla düşünsel içerik kazandığını söyler.  Ölüm ile ilgili olarak ise; İnsanın ölüm karşısında yaşamın anlamını sorguladığında yaşama ve eylemlerine yabancılaştığı için başkaldırması gerektiğini ifade eder. Bu iki temel kavramı biraz daha ayrıntılı incelemek Camus’yü daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Saçma, akla mantığa uymayan boş ve anlamsız anlamına gelir. Saçmadan bahsedebilmek için bilinçli bir varlığa gerek vardır. Çünkü saçma temelini bilinçte bulur. Ancak saçma temelini bilinçte bulsa bile tek başına bir anlam ifade etmez. İki şeyin arasında ki ilişki olarak tanımlar saçmayı. Çünkü tek başına bir anlam ifade etmez. Camus bu durumu insan ve dünya arasında ki ilişki olarak tanımlıyor ve yaşamın saçmalığını bu tanımdan ileri gelerek ifade ediyor. Çünkü insanlar özünde anlamsız olan dünyaya anlam katmaya çalışıyordu, saçmalık ise tam buradaydı. İnsanın dünya ile olan tek ilişkisinin bu saçmadan ibaret olduğunu belirtir. İnsanlar saçmayı önce duyusal olarak deneyimler.

 Saçma duygusu öncelikli olarak yaşamın tekdüzeliğinin ve mekanikliğinden kaynaklanan kendi değer ve amacını sorgulamaya başlar. Bu mekanikleşme insanı bıkkınlığa sürükler ve bu bıkkınlıktan gideceği iki yol açılır önünde. İntihar ve İyileşme…

Gelecek yarınlar ile her şeyin düzeleceği umudu, zamanın ona getirdiği ölüm, bir başına bırakılmışlık ve yabancılık duygusu, diğer insanlar ile arasında ki uçurumun farkını anladığın da ve en önemlisi ise ölümün meyvede bir kurt olduğunu anlaması. İnsanların aklında intihar düşüncesinin oluşmasını ve orada güçlenmesini sağlayan en önemli etkenlerin bunlar olduğunu belirtir Camus. Ancak intihar sadece bir düşünceden hareket ile gerçekleştirilebilecek bir eylem değildir. Çünkü Camus zihin ve beden ilişkisinde bedenin önceliğini vurgular. Bizler düşünmeden önce yaşamayı öğreniriz. Bu nedenle yaşamın sonlaması yani intihar söz konusu olduğunda bedenin önceliği olan yaşama isteği baskın gelir ve beden kendini geri çeker. İntiharın gerçekleşebilmesi için bedeninde bunu istemesi gerekir.

Ne var ki intihar Camus için bir çözüm değil aksine ölümün kabulüdür. Camus çözümün başkaldırma olduğunu söyler. Çünkü saçmanın esprisi ölüme karşı yaşamaktır.

Başkaldırma ise yaşamın saçmalığını bilerek yaşamaya devam etmek, yaşama cesaretini göstermektir. Tüm bu anlamsızlığa ve saçmalığa rağmen insanın yaşamaya devam etmesi gerektiğini savunur. Saçmalığı rasyonel ya da irrasyonel şekilde üstünü örtmek yerine onu kabul etmeliyiz. Saçmadan, kaçmadan ve bunun bilincine vararak hayatımızı sürdürdüğümüzde saçmaya başkaldırmış oluruz. Camus yaşama değerini verenin bu başkaldırma olduğunu söyler.

Camus, saçma ve başkaldırma eylemlerini yunan mitolojisinde önemli bir yere sahip olan Sisifos ile bütünleştirir. Tanrılar tarafından sonsuzluğa uzanan bir ceza ile cezalandırılır. Cezası, her gün büyük bir kayayı dağın tepesine çıkarmaktır.

Ancak Sisifos kayayı her tepeye çıkarışında tanrılar tarafından tekrar aşağıya indirilmektedir. Sonu gelmeyen bir ceza gibi görünmektedir. Ne var ki Sisifos ona verilen bu saçma cezayı bir ceza değil yaşamının bir parçası gibi kabul eder ve başkaldırır. Her gün kayayı dağın tepesine çıkartır tekrar aşağıya ineceğini bildiği halde.

Camus ’da insanların bu dünyada ki hayata karşı olan anlam arayışını Sisifos’a benzetir. Sisifos ne kadar güçlü ve inatçı olsa da o kayayı dağın tepesine çıkaramaz ancak bunu kabul ederek devam eder bu onun başkaldırısı olur. İnsanlar da aynı şekilde ne kadar zeki ve entelektüel olsa da hayatın anlamını bulamayacaktır. Bu noktada Sisifos’u örnek alarak bu anlamsızlığı kabul ederek devam etmeliyiz ancak o zaman mutluluğa ulaşabiliriz.

Sonuç olarak ise; günümüzde ise yani küresel bir krizin ortasında belki de başında olduğumuz bu günlerde insanların evlere kapanıp hayatını sorgulaması bir anlam aramasına Camus ‘nün cevabı hiç bekledikleri hatta sevinecekleri türden olmayacaktır. Ancak başka kabul edilebilir bir cevabı var mıdır bilinmez. Tüm bunlara rağmen Camus ’ya sinirlenmek yerini onu dinlemek belki de bu süreci nispeten daha kolay geçirmemizi sağlayacaktır. Çünkü hayatımız bu kriz ve bu krizlerin farklı halleriyle devam edecektir. Yarınlar bize umduğumuz güzellikleri getirmeyecek her gelen yarın farklı bir kaya parçası gibi önümüzde duracaktır. Arada yaşadığımız ve mutluluk sandığımız bazı anlar ise belki de o saçma kayaya olan direncimizdir. Bu soruların cevapları bizlere açılmayacaktır bizlerde bu sorulara cevap arayarak var olan kısıtlı yaşamımızı vermek yerine her yeni güne başkaldırarak uyanmalıyız. Bu saçma ve anlamsız yaşama onun istediği şekilde boyun eğmek yerine kayıtsız bir şekilde başkaldırmalıyız…

Exit mobile version