Blues, 500 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika yerlilerine dayanan bir müzik türüdür. Ancak blues, bir müzik türünün ötesinde bir halkın ihtiyacı ve yaşam kaynağıdır aynı zamanda. Kökleri Afrika’ya dayanan blues umudun, özgürlüğün, hüznün, acının çok yönlü haykırışıdır.
Blues, adını çivit rengi olan maviden almaktadır. Çivit mavisi, yerliler için matem içeren bir anlam taşır. Zaman içerisinde icra edildiği şehir ve kültüre göre şekillenen blues müzikte farklı türler ortaya çıkmıştır. Örnek verecek olursak, Delta Blues, Texas Blues, Chicago Blues.
Blues, Afrika’dan Amerika’ya kölelerin getirilmesiyle 17. yy’da başladı ve zaman geçtikçe ABD’ siyasi, toplumsal tarihi ile birlikte şekillendi. Blues ve o zamanın Amerika’daki sosyal ve siyasi ortamı iç içe geçti. Bu nedenle nlues’un doğduğu toprakların yani ABD’nin sosyal ve tarihi arka planını da içine alan genel bir bakış, bluesu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Zaten bluesu teknik müzik terimleriyle anlatmaya çalışmak ve sıradan bir müzik türü olarak görmek, bu müziği yaratan insanlara yapılmış en büyük haksızlık olur. Tıpkı Buddy Holly’in dediği gibi blues onları yaratanlar için çok farklı anlamlar içerir:
“Benim gibi bir blues gitaristi olduğunda sanırım yüreğinden çalman gerekir. Müziği yaşıyor ve müzik için ölüyorum.
Amerika kolonilerinin kuzeyinin sanayileşmiş eyaletlerine karşın, büyük tarım arazilerine sahip güney eyaletlerinde artan işçi talebi köle ticaretinin merkezinin bu eyaletler olmasını sağladı. Güneyli iş adamları bu işçi talebini Afrika’dan getirilen köleler ile gidermeye çalıştı.
Afrika’dan gemilere bindirilerek getirilen bu insanların, o zamanların toprak sahibi için çalışmasından başka bir şanları yoktu. Afrika’dan ayrıldıklarında ellerinde olan tek şey bu yabancı diyarlara getirdikleri gitarları ve yöresel müzik aletleriydi. Bu arada nasıl çalışacakları da “Siyahlar Kanunu (Black Code)” ile kurallara bağlanmıştı. Bu kanun Afrika’dan gelen siyah insanların müzik yapmasını da engelleyerek onların sosyal, ekonomik çoğu haklarını engelliyordu. Bu insanlar sadece müzikleri için yaşıyorlardı. Tarlalarda, çalışma gücünü artıran ritmik ve eğlenceli olan “work songs (iş şarkıları)” zararlı olarak görülmüyor, işçilerin bu şarkıları söylemeleri engellenmiyordu. Blues’un ilk örnekleri işte bu iş şarkılarıydı. Şarkılar Afrika’nın yerel ilahileri ilham alınarak yapılıyordu.
İşçi şarkıları onların müzik yapma ihtiyacını tam olarak karşılamıyordu. Hayatta hiçbir dayanak noktası olmayan, geleceğe dair bir beklentisi kalmayan ve yaşam amaçları da olmayan kölelerin sığınacakları ve onlara umut veren bir güce ihtiyaçları vardı. Bu güç onları birleştirecek müzik ve ortak hissedilen acılar olacaktı. Umut veren müziği köle sahipleri engellemeye çalıştı. Köleler zorunlu olarak böylece kitleler halinde Hristiyanlaştırıldılar.
Eski Pagan inanışlarını engelleyerek asimilasyon yaratıp siyahların böylece müziklerini engelleyeceklerini düşünüyorlardı. Ancak siyahlar böylece sözleri İncil’den dualar olan ”Negro sipirituals ( zenci ilahileri)” ortaya çıkardı. İş şarkılarındaki acıları haykıran bir solist ve koronun onu karşılıklı söylemesi. bu ilahilerin de temel söyleyiş biçimiydi. Bu ilahiler daha sonra ”Gospel” adını alacak olan türün temelini oluşturuyordu. Gospel ise blues’un çıkmasında önemli bir rol oynayacaktı.
1861-1865 yılları arasında kuzey ve güney eyaletler arasında köleliğin kaldırılmasından doğan Amerikan İç Savaşı, kölelikle ve bağlantılı olarak blues müziğin gelişmesiyle alakalı olarak kırılma noktası oldu. Ekonomisini sanayileşmeye yöneltmiş, köleliği yasaklayan Kuzey ile ekonomisi tarıma bağlı, kölelik yanlısı Güney arasındaki 4 yıl süren savaşta kazanan taraf Kuzey oldu ve sosyal durumlar değişikliğe girdi.
1865 yılından itibaren artık köle olmayan, eğitim alma ve oy verme hakkı olan siyahların, bu yeni koşullar içinde kendi yeni konumlarını arama mücadelesi de başlamış oldu. Müziklerini özgür bir şekilde yapma özgürlüğü bu şekilde siyahlara verildi. 17. yüzyıldan beri çeşitli haklardan engellenen Siyahlar böylece ilk defa kendi özgürlüklerini kazandı ve belirli bir sosyal statüye yükseldi. Kendi konumlarını da blues ve müzik yoluyla aramaya başladılar.
Bu yeni düzenle Siyahlar kent içinde yaşamaya başladı ve şehirlerin arka sokaklarında çoğunlukla siyah insanların yaşadığı gettolar oluştu. Siyahlar da artık kent hayatının bir parçasıydı ve yeni sosyal hayat içindeki yerini aldılar. Meyhanelerde, kumarhanelerde, oyun salonlarında, sokaklarda, eğlence merkezlerinde siyah insanların ve çeşitli ülkelerden gelen göçmenlerin de etkisiyle çok çeşitli kültürlerin birbirini etkilediği bir ortam oluştu.
Yazının Devamı İçin:
0 Yorum