Dünya edebiyat tarihindeki dönüm noktalarından biri: Yel değirmenleriyle savaşan adam Don Kişot. Hiç şüphesiz Cervantes bu eseriyle büyük bir etkiye sebep oldu. Biz de bu videomuzda Don Kişot’u iki şekilde ele alarak kapsamlı bir şekilde değerlendirmek istiyoruz. İlk olarak Cervantes bu kitabı neden ve nasıl yazdı bunun hakkında konuşacağız. Böylece Don Kişot’un arka planını daha iyi anlayabiliriz. Daha sonra kitabın özeline inerek kitaptaki detaylar üzerinden keyifli bir tahlilde bulunacağız. Öyleyse sizi bekletmeden hemen videomuza geçelim.
16. yüzyılda Rönesans hız kazanmış, pek çok bilimsel gelişme yaşanmış ve sanat eserleri verilmişti. Cervantes işte tam da böyle bir zamanda İspanya’da dünyaya gelmişti. En büyük hedefi kahraman bir asker olmaktı. 1571 yılında Kutsal İttifak devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yaşanan İnebahtı Deniz Savaşında henüz 24 yaşındayken bu hedefine ulaşacaktı. Savaş esnasındaysa bir Osmanlı gürzü Cervantes’in sol kolunu çolak bırakacaktı. İşte bu yüzden Cervantes’in portrelerinde sol kolu ya hiç gösterilmiyor ya da arkasına saklanıyordu. Savaşın kaybeden tarafı Osmanlıydı. Bir süre daha Akdeniz’de asayişi sağlayan Cervantes ve içinde bulunduğu birlik savaştan 4 yıl sonra terhis edilmiş ve evlerine dönmelerine izin verilmişti. Cervantes, onunla askerlik yapan kardeşiyle beraber İspanya’ya dönüş yolculuğuna geçmişti. Cervantes’in yanında bir de komutanı Don John tarafından yazılmış savaştaki başarısını öven bir mektup vardı. İki kardeşin bulunduğu kalyon tam da Barcelona açıklarında bir gemi tarafından alıkonuldu. Bu gemi bir Cezayir korsan gemisiydi. Cezayir, Osmanlılara vergi ödeyen yarı özerk bir eyaletti. Osmanlı savaş gemileri ve Müslüman tüccarların gemilerine saldırılmaması şartıyla Osmanlılar Cezayirlilerin korsanlık faaliyetlerine göz yumuyordu. Bu gemi de o korsanlardan birinin gemisiydi.
Cervantes’in bulunduğu gemideki bazı kişiler öldürülmüş bazılarıysa esir alınmıştı. Bu sırada korsanlar Cervantes’in cebindeki mektubu fark ettiler. Mektupta öyle övgüler vardı ki Cervantes’in çok önemli biri olduğunu ve fidye isteyebileceklerini düşündüler. Cezayir’e döndüklerinde onu el üstünde tuttular ve gerçekten de İspanya’ya bir haber salarak Cervantes’i fidye ödemeleri karşılığında salacaklarını bildirdiler. Ailesi birçok kişiden borç isteyerek gereken fidyeyi topladı ve korsanlara ödedi. Korsanlar sözlerini tuttu ve Cervantes’i ailesinin yanına yolladı. Cervantes memleketine dönmüştü dönmesine de artık çok büyük bir problemi vardı: ailesinin fidyeyi ödeyebilmek için aldığı borçları şimdi geri ödemesi gerekiyordu. Bunun üzerine yazarlık yapabileceğini düşündü. Önce tiyatro oyunları yazdı ancak yazdığı tiyatrolar pek beğenilmedi. O sıralarda İspanya halkının eğlenmesini sağlayan bir yazı türü daha vardı: Romanslar. Bu türde hep mutlu sonla biten, Avrupa’yı bir ucundan diğer ucuna kat eden ve âşık oldukları genç kızlar için savaşan şövalyelerin hikâyeleri anlatılırdı. Bu romanslar o zamanlarda aşırı derecede popülerdi. Gutenberg’in matbaayı Avrupa’da yaygınlaştırması üzerine bu romanslar basılıyor ve isteyenler satın alıp okuyabiliyordu. Matbaadan önce bir kitap sahibi olmaksa lükstü. Aslında Cervantes de gereken parayı toplamak için kendi esaret günlerinden esinlenerek bir romans yazabilirdi ama o bu türe tamamen yüz çeviriyordu. Neden yüz çevirdiğini herhangi bir yerde söylememişti ne yazık ki. Kim bilir belki idealleştirilen maziye veya övülen ahlaki tutuma sinirleniyordu.
Don Kişot fikri de tam olarak burada ortaya çıkarmıştı. Romansların sonunu getirebilmek için yeni bir türün yükselişini sağlayabilirdi. Ve bu yeni türde yazacağı kitapta romansları yerin dibine sokabilirdi. Ve bu taslağını yazıya döktü. Vergi tahsildarıyken para kaçırmakla suçlandığı için hapse girmiş ve ilk cildi burada yazmıştı. Gerçekten de istediği gibi bir eser çıkmıştı ortaya. Ancak bu eser romanslardan gerçekten de çok farklıydı. Romanslar gibi aynı olay örgüsüyle gelişip aynı sonla bitmiyor oldukça farklı bir kurgu sunuyordu. Yeni bir türde olmalıydı bu eser. İşte bu yüzden türün adına “novella” denildi. Novella İspanyolcada yeni demekti, bu kelime de İngilizceye “novel” olarak geçti. Türklerse daha önce hiç romans türünü görmedikleri için roman kelimesini bu yeni tür için kullanmayı sürdürdüler. Matbaanın da yardımıyla Don Kişot Avrupa’nın pek çok yerine yayıldı. Farklı dillere çevrilerek kısa sürede bir dünya klasiği haline geldi. İşte Cervantes yeni bir edebi tür olan romanı ve bu türün ilk eseri Don Kişot’u dünya edebiyatına böyle kazandırmıştı.
Don Kişot’un yazılış hikâyesini öğrendiğimize göre şimdi de kitabın içeriğine geçelim. Alonso Kişada, romansları yutarcasına okuyan, evindeki koca kitaplığı bunlarla dolduran fakir bir asilzadeydi. Bu kitapları okuya okuya artık kafayı takmaya başlamıştı. Artık öyle bir noktaya gelmişti ki kendini romansların içindeki şövalyeler olarak görüyor bir romansın içinde yaşadığını zannediyordu. Evinin bir köşesinde eski bir şövalye zırhı bularak bunu elinden geldiğince onardı ve bir deri bir kemik haldeki atına binerek şövalye oldu, yani en azından o öyle olduğunu zannediyordu. Alonso Kişada olan ismini de bir şövalye ismi yapmalıydı, bu yüzden kendine Don Kişot ismini verdi. Yanına yaveri Sancho Panza’yı da alarak dünyayı arşınlayacak, devlerle savaşacak ve asil prensesleri devlerden kurtaracaktı. Ama ortada ne dev vardı ne de prenses. İşte böyle bir ortamda Don Kişot, gördüklerini zihnindekilere göre yorumlayacak ve ona göre davranacaktı. Yel değirmenleriyle karşılaştıklarında Don Kişot savaşacağı devleri bulmuştu. Ancak Sancho Panza ne olduğunu bir türlü anlayamamıştı. Don Kişot büyücülerin devleri yel değirmeni gibi gösterdiğini ve onlarla savaşmaları gerektiğini söylüyordu. Sancho Panza işte burada efendisinin normal olmadığını anladı. Kargısıyla yel değirmenine saldırdığı anda kendisini yerde buldu Don Kişot. Nereye giderlerse gitsinler Don Kişot gördüklerini romansların kurgusuna göre yorumluyor kimilerini dev kimilerini büyücü kimilerini ise prenses olarak görüyordu. Bir de kurtarmaya çalıştığı hayali bir sevgilisi vardı: Tobosolu Dülsinea. Herkes romansların senaryosunu ezbere bildiği için bu oyuna dâhil oluyor, Don Kişot’un deli olduğunu bildiklerinden mutlu olması için seslerini çıkarmıyordu. Don Kişot ise koyunlarla savaşıyor kafasında kurguladığı dünyayı yaşıyordu. Bir gün karşısına gerçek bir şövalye çıktı: Beyaz Ay Şövalyesi. Don Kişot’la vuruşmak istediğini belirtti. Don Kişot tabii ki kabul edecekti, kabul etmemek bir onursuzluk olurdu. Ve Beyaz Ay Şövalyesi Don Kişot’u yendi. Bu yenilgi onun gözünü açacaktı. Ne kadar kafayı taktığını fark eden Don Kişot Sancho Panza’yla beraber köyüne geri döndü. Artık tek isteği çoban olmaktı. Ne yazık ki bu isteğini gerçekleştiremeden ölüm döşeğine düştü. Bu sırada herkese söylediği tek bir şey vardı: “En azından ölmeden önce aklım başıma geldi.”
Aradan 500 yıl geçti. Yel değirmenleri, asil atlar gitti yerine başkaları geldi. Ne Don Kişotlar bitti ne de Sancho Panzalar. Onlar toplumda var olmaya hep devam etti. Bir de Beyaz Ay Şövalyeleri… Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.