Sodyum, demir, bakır ve gümüş… Bunların dördü de aşina olduğunuz elementler. Bu seferki bölümde bu dört elementi beraber konu almamızın sebebiyse kimyaya simya döneminden miras kalmaları. Ancak bu seferki konumuzu elementlerin fazlalığı sebebiyle 2 bölümde anlatıyoruz. Peki, bu bölümde ele alacağımız 4 element ne zaman keşfedildi? Türkçe, Latince ve İngilizce gibi dillerde nasıl isimlendirildi? Simya döneminde bu elementlere dair nasıl gelişmeler yaşandı? Elementlerin Hikayesi 3. Bölüm başlıyor…
(intro)
Tarih ve mekân Antik dönemlerin Roması’ydı… Kimi zaman Romalı askerler maaşlarını para olarak değil tuz veya kimyevi adıyla sodyum klorür olarak alırlardı. Aldıkları bu tuz ücretine de İngilizcedeki “salt” yani tuz kelimesinin Latincedeki karşılığı olan “sal” sözcüğünden türetilen “salarium” ismi verilmişti. Tuz ödemesi anlamındaki bu sözcük salarie olarak Fransızcaya, oradan da salary şeklinde İngilizceye geçmişti. Bugün kökü tuz anlamındaki sözcüğe dayanan salary kelimesi İngilizcede maaş anlamıyla kullanılıyor. Orta Çağ Avrupası’na geldiğimizdeyse burada baş ağrısını tedavi etmek için beyaz renkli bir toz kullanıldığını görürüz. Latincede bu tozun adına Arapçada baş ağrısı anlamına gelen suda’ (صداع) kelimesinden türetilerek sodanum ismi verilmişti. Bugün biz bu sodanum maddesini sodyum karbonat olarak biliyoruz. Kısacası sodyumlu bileşikler eski zamanlardan bu yana insan hayatının içindeydi. Ancak o bildiğimiz suya atılınca patlayan sodyum metalinin bu bileşiklerden izole edilmesi 1807’ye kadar gerçekleşmeyecekti. 1807 yılında ise Sir Humphry Davy, sodyum hidroksiti elektroliz ederek sodyum metalini izole etmeyi başardı. Bu yeni elemente ulaşıldığına göre artık bir isim bulunmalıydı. İşte burada yeni elementin isimlendirilmesi ikiye ayrıldı. 1809’da Alman fizikçi ve kimyager Ludwig Wilhelm Gilbert, elemente natronium ismini önerdi. Bu kelime ise Yunancaya Mısır dilinden geçen ve doğal bir sodyum karbonat tuzu türevi olan bir mineralin ismi olan natrum kelimesinden geliyordu. 1814 yılında Jöns Jakob Berzelius tarafından yayınlanan atom sembolleri çalışmasında Sodyum elementi natrium isminin kısaltması olan Na sembolüyle gösterildi. Periyodik tabloda natrium ismiyle kullanılan bu element bileşik isimlerindeyse “sodanum” kelimesinden türetilen sodyum ismiyle kullanıldı ve Türkçeye de sodyum olarak geçti.
Demir ise sodyumdan çok daha önceleri bilinen bir elementti. Öyle ki yazının icadından dahi öncelerde, maden devrinde kullanılıp işlenilmekteydi. Demirden önce insanlar bakır ve kalay alaşımı olan bronzu daha çok kullanırken sonraları bakır saflaştırma işleminin bir yan ürünü olan sünger demire su verilerek karbürizasyon işlemi keşfedilmiş, böylece bronzdan hem daha sert hem de daha az kırılgan olan demirin kullanımı yaygınlaşmıştır. Demirin gerçek sıçraması ise Sanayi Devrimi ve çeliğin keşfiyle yaşanır. Kaynaklara göre ilk defa M.Ö. 1400’lerde Anadolu’daki Hititler tarafından demir eritildi ve araç gereç döküldü. İlerleyen dönemlerde demiri işlemede Türkler de kendini geliştirdi. M.Ö. 1500 ile M.Ö. 800 yılları arasında Orta Asya’da yaşanan Karasuk Kültürü’nde Türkler ilk defa demiri araç gereç yapımında kullandı. Bu madene temür ismini veren Türkler henüz o zamanlarda yazılı eserler bırakmadığından ne yazık ki temür kelimesinin nasıl türetildiği tam olarak bilinemiyor. Ancak çamur, yağmur ve kömür gibi +mUr eki kullanılarak türetildiği düşünülmektedir. Periyodik tablodaki kısaltması Fe olan bu elementin Latincedeki karşılığıysa Ferrum’dur. Ferrum sözcüğününse Latinceye Etrurya dilinden geçtiği iddia edilmektedir ancak kelime o kadar eskidir ki tam olarak kökeni tespit edilemez. İngilizcedeki “iron” kelimesiyse Orta İngilizcedeki iren kelimesinden, o da Eski İngilizcedeki īsern kelimesinden, o da Proto-Batı Cermencedeki īsarn kelimesinden, o da Proto-Cermencedeki īsarną kelimesinden, o da Proto-Keltçedeki īsarnom kelimesinden gelir. Bu kelimeyse Proto-Hint Avrupa dilindeki kan anlamına gelen h₁ésh₂r̥ kelimesinden gelmektedir.
Demirden çok daha öncelerindeyse bakır elementi bilinmektedir. Yaklaşık 11 bin yıl önce insanlık ilk defa bakır madeniyle tanışmıştır. Bu maden 7 bin yıl önce ilk defa ergitildi ve 6 bin yıl önce ilk defa kalıplara dökülerek eşyalar yapıldı. MÖ 3500’lü yıllarda kalay ile karıştırılarak bronz elde edildi. Türkler ise ilk defa MÖ 3300 ile MÖ 2500 arasındaki Afanasiyevo kültüründe bakırı işlediler. O zaman bu zamandır bu madenin adı Türkçede bakır olarak bilindi ve tek kök olarak kullanıldı. Antik Roma’da ise bu madene Kıbrıs’tan geldiği için “aes сyprium” yani Kıbrıs metali derlerdi. Daha sonra Latincede bu isim periyodik tablodaki Cu sembolünü ortaya çıkaran cuprum halini aldı. İngilizcedeyse “cuprum”dan türetilerek copper olarak kullanılmakta.
Bu bölümün son elementiyse uzun yıllar para olarak kullanılan gümüş elementi. Gümüş madeni, yerin altında altın ve bakırdan çok daha derinlerde bulunduğundan çok daha geç keşfedilmişti. Gümüşün MÖ 3100 yıllarında Mısırlılar ve MÖ 2500 yıllarında Çinliler ve Farslar tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Gümüş, tarihte çeşitli yöntemlerle cevherlerinden ayrılmıştır. En eski metotlardan biri, kurşunla karıştırma yöntemidir. Bu yöntemde gümüş cevherleri veya saf olmayan gümüş ürünleri kurşun veya kurşun filizleriyle basit bir fırında eritilir ve gümüş-kurşun karışımı elde edilir. Buradan da kolay bir şekilde saf gümüş kazanılır. En çok rastlanan gümüş filizleri; argentit (Ag2S) ve gümüş klorür (AgCl) olmaktadır. Arsenik veya antimonla karışmış sülfür filizleri de vardır. Türkler bu elemente “aydınlık, beyaz” anlamlarına gelen “kün” kelimesinden türeterek “kümiş” ismini vermiş, bu da günümüzde gümüş halini almıştır. Latincedeyse periyodik tablodaki sembolü Ag olan element argentum adıyla anılmıştır. Bu isim Proto-Hint Avrupa dilindeki aynı anlamdaki “h₂r̥ǵn̥tóm” kelimesinden gelmektedir ve “beyaz, ışıltılı” anlamlarına gelen “h₂erǵ-“ kökünden türetilmiştir. İngilizcedeki silver isimlendirmesinin ise kökeni muğlak olsa da Proto-Cermencedeki “silubra” kelimesine kadar takip edilebilmektedir. Hangi kelimeden türetildiğiyse bilinmemektedir.
İşte bu; simyanın mirası sodyum, demir, bakır ve gümüşün hikâyesidir. Böylece üçüncü bölümün de sonuna gelmiş olduk. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
0 Yorum