Titanyum ve vanadyum… Bu seferki bölümde bu iki elementi beraber konu almamızın sebebi isimlerini mitolojiden almış olmaları. Ancak bu seferki konumuzu elementlerin fazlalığı sebebiyle 2 bölümde anlatıyoruz. Peki, bu bölümde ele alacağımız 2 element ne zaman keşfedildi? Elementlerin keşfi sırasında ne gibi olaylar yaşandı? Her biri hangi mitolojik varlıktan ismini alıyor? Onlara bu isimleri kimler verdi? Elementlerin Hikâyesi 6. Bölüm başlıyor…
(intro)
1791 yılıydı… Amatör bir jeolog ve papaz olan William Gregor, İngiltere’deki Cornwall Kontluğu’nda bulunan Manaccan bölgesi yakınlarındaki bir akarsuda siyah kumlar bulmuştu. Kumlara bir mıknatıs yaklaştırdığında manyetik alandan etkilendiklerini görünce bu madde ilgisini çekti ve incelemeye karar verdi. Bu siyah kum aslında kimyasal formülü FeTiO3 olan ilmenit mineraliydi. Gregor bu minerali Manaccan’da bulduğu için menakanit ismini vermişti. Kum analiz edildiğinde içerisinde iki ayrı metal oksit olduğu fark edilmişti. Bu oksitlerden biri kumun mıknatıstan etkilenmesinin de sebebi olan demir oksitti. Analiz sonuçlarına göre mineralin %45.25’iniyse Gregor’un tanımlayamadığı beyaz renkli bir metal oksit oluşturuyordu. Gregor, tanımlayamadığı oksitin bilinen hiçbir elementin özelliklerine uymadığını fark etti ve tespitlerini Royal Geological Society of Cornwall’de ve Alman kimya dergisi Crell’s Annalen’de bildirdi. Bu tanımlanamayan elemente kendi ismini vererek gregorit olarak adlandırdı. Aşağı yukarı aynı zamanda Franz Joseph Muller isimli bir maden mühendisi de Gregor’unkine benzer tanımlayamadığı bir madde üretti. Bu iki araştırmacıdan bağımsız olarak Alman kimyager Martin Heinrich Klaproth 1795’te Macaristan’da bir rutil mineralinde tanımlanamayan o beyaz oksidi yeniden keşfetti. Klaproth oksidin yeni bir element içerdiğini buldu ve elemente titanyum ismini verdi. Titanyumun ismi Yunan mitolojisine göre efsanevi Altın Çağ’da dünyayı yönetmiş olan güçlü tanrı ırkı Titanlardan gelmektedir. Klaproth bu elemente titanyum ismini vererek elementin gücüne atıf yapmıştı. Gregor’un daha önceki keşfini duyunca bir miktar menakanit örneği elde etti ve Gregor’un gregorit olarak adlandırdığı elementin kendisinin titanyumuyla aynı şey olduğunu fark etti. Ancak her ikisinin de bulduğu şey elementin kendisi değil oksidiydi. Oksidi oluşturan elemente bu isimleri vermişlerdi. Titanyumu cevherlerinden çıkarmak zahmetli ve pahalı bir süreç gerektiriyordu çünkü çoğu oksidi saflaştırmak için uygulanan karbon varlığında ısıtma yöntemi titanyumda işe yaramıyordu. Çünkü bu işlem gerçekleştirildiğinde oksitteki oksijen atomları karbona bağlanacağı yerde oksijen ve titanyum arasındaki bağlar koptuktan sonra karbon titanyuma bağlanıyor ve titanyum karbür oluşuyordu. Saf metalik titanyum ilk olarak Matthew A. Hunter tarafından 1910’da Hunter işleminde TiCl4 ile sodyumun 700–800 °C’de ısıtılmasıyla hazırlandı. Böylece insanlık saf titanyum elementiyle tanışmış oldu.
İsmini mitolojiden alan bir diğer element de vanadyumdu. 1801’de, Meksika’nın şu anki Hidalgo Eyaletindeki Zimapán’dan mineral örneklerini incelerken, Andrés Manuel del Río yeni bir metalik element bulduğu sonucuna vardı. Del Río, elementi önce “zimapanium” adını verdiği ve daha sonra “vanadinit” olarak adlandırdığı İspanyolca’da kahverengi kurşun anlamına gelen “plomo pardo” olarak adlandırılan bir mineral cevherinden çıkardı. Bununla birkaç bileşik hazırladı ve sundukları renklerin çeşitliliğini gözlemleyerek element adayına Yunancada birçok renk anlamına gelen pankromyum adını verdi. Kısa bir süre sonra, ısıtılan bileşiklerin renklerinin kırmızıya döndüğünü gözlemleyerek, yeni elemente Yunanca kırmızı anlamına gelen erythros kelimesinden türeterek eritronium adını verdi. Bir yıl sonra İspanyol araştırmacı, Alexander von Humboldt’un ülkeyi ziyaretinden yararlanarak, mineralin bir örneğini, notlarını, analizini, keşfini ve bunun için kullanılan prosedürü, Avrupa’da keşfinin onaylanması, tasdik edilmesi ve en prestijli dergilerde yayınlanması için ona emanet etti. Ancak Del Rio’nun notları da dahil olmak üzere Humboldt’a teslim edilen malzemenin çoğunun seyahat ettiği bagaj gemisi enkaza döndü. Humboldt, analiz için yalnızca Paris’teki Fransız kimyager Hippolyte Victor Collet-Descotils’e verdiği örneği tutabildi. Collet-Descotils örnekleri analiz etti ve -yanlış bir şekilde- şüphelenilen yeni elementin aslında 1797’de keşfedilen krom elementi olduğunu bildirdi ve araştırmayı itibarsızlaştırdı. Bu nedenle von Humboldt, Del Río’nun yeni element iddiasını reddetti. Bundan haberdar olan Del Río başlangıçta aynı fikirde olmasa da sonunda Collet-Descotils’in açıklamasını ve sonuçlarını kabul etmeye razı oldu ve en azından Amerika’da kromu ilk keşfeden kişi olarak kabul edildiğini iddia ederek ifadesini geri aldı. Element, 1831’de İsveçli kimyager Nils Gabriel Sefström tarafından demir cevherlerinden elde edilen bir oksit üzerinde çalışırken yeniden keşfedildi. O yılın ilerleyen zamanlarında Friedrich Wöhler, Del Río’nun çalışmalarının ilkelerini onayladı. Sefström, harf henüz başka bir elemente atanmadığı için V ile başlayan bir isim seçti. Elemente Odr isminde bir kocası olan, çoğunlukla uzun yolculuklara çıktığı için ondan uzak kalan ve bu yüzden kırmızı altın gözyaşları döken İskandinav tanrıçası Freyja’nın eski İskandinav ismi olan Vanadis’ten türeterek vanadyum ismini verdi. 1831’de jeolog George William Featherstonhaugh vanadyumun Del Río’nun hatırına “rionium” olarak adlandırılması gerektiğini öne sürdü, ancak bu öneri takip edilmedi. 1831’de Jöns Jacob Berzelius saf vanadyum metalinin üretimini bildirdi, ancak Henry Enfield Roscoe aslında vanadyum nitrür ürettiğini gösterdi. Roscoe nihayet 1867’de vanadyum (III) klorürün (VCl3) hidrojenle indirgenmesiyle metali üretti. İnsanlık vanadyum elementiyle de böyle tanışmıştı.
İşte bu; mitolojinin esintilerinin hissedildiği iki element, titanyum ve vanadyumun hikâyesidir. Böylece altıncı bölümün de sonuna gelmiş olduk. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!