Kobalt ve nikel… Bu seferki bölümde bu iki elementi beraber konu almamızın sebebi demir dışındaki diğer ferromanyetik elementler olmaları değil tabii ki. Bölümün isminden de anlayacağınız üzere bu iki elementi bir araya getiren sebep ikisinin de kötü isimlerle anılıyor olması. Peki, kobalt ve nikelin ne günahı vardı da şerrin elementleri olarak yâd edilmişlerdi? Elementlerin keşfi sırasında ne gibi olaylar yaşandı? Onlara neden bu isimler verilmişti? İsimleri ne anlama geliyordu? Elementlerin Hikâyesi 8. Bölüm başlıyor…
(intro)
Kobalt bileşikleri yüzyıllardır cama, sırlara ve seramiğe zengin bir mavi renk vermek için kullanılmıştır. Bileşikler, MÖ 3. binyıldan kalma Mısır heykellerinde, İran takılarında, MS 79’da yıkılan Pompeii harabelerinde tespit edilmiştir. Çin’de de Tang hanedanıyla Ming hanedanı devrine tarihlenen kobaltlı eşyalar bulunmuştur. Kobalt, Tunç Çağı’ndan beri camları renklendirmek için kullanılmıştır. Uluburun batığının kazısında MÖ 14. yüzyılda dökülmüş bir mavi cam külçesi bulunmuştur. Mısır’dan gelen mavi camın ya bakır ya demir ya da kobalt ile renklendirildiği tespit edilmiştir. En eski kobalt renkli cam, Mısır’ın on sekizinci hanedanına yani MÖ 1550-1292 yılları arasına tekabül eden döneme aittir. Mısırlıların kullandığı kobaltın kaynağı ise bilinmemektedir. İsveçli kimyager Georg Brandt, 1735 dolaylarında kobaltı keşfetmesiyle tanınır ve bunun bizmut ve diğer geleneksel metallerden farklı, daha önce bilinmeyen bir element olduğunu gösterir. Brandt buna yeni bir isim vererek “yarı metal” der. Brandt aynı zamanda daha önceleri kobalt ile bulunan bizmuta atfedilen camdaki mavi rengin kaynağının aslında kobalt metalinin bileşikleri olduğunu gösterdi. Böylece kobalt, tarih öncesi dönemden beri keşfedilen ilk metal oldu. Bilinen diğer tüm metallerin yani demir, bakır, gümüş, altın, çinko, cıva, kalay, kurşun ve bizmutun kayıtlı kâşifleri yoktu. Gelelim bu elementin ismine… Kobalt, Georg Brandt’ın onu keşfetmesinden çok daha öncelerde, kobaltın farklı bir element olduğundan habersiz olan Alman madenciler tarafından isimlendirilmişti. Kobalt içeren cevherin varlığı gümüş madeninin çıkarılmasını zorlaştırıyor ve bu yüzden de madenciler kobalttan hiç haz etmiyorlardı. Bu nedenle madenciler bu maddeyi “goblin” anlamına gelen Almanca kobold kelimesinden türeterek kobalt olarak adlandırdılar. Ancak bu elementin tek kötü şöhreti bu değil. Kobaltın birincil cevherleri her zaman arsenik içerdiğinden, cevherin eritilmesi arseniği okside ederek oldukça zehirli ve uçucu arsenik okside dönüştürüyordu ve bu durum da cevherin kötü şöhretine katkıda bulundu. Paracelsus, Georgius Agricola ve Basil Valentine çalışmalarında bu tür silikatları madencilerin verdiği ismiyle andıkları için cevherin adı “kobalt” olarak kalmış ve günümüze kadar da bu şekilde kullanılmıştı.
Kötü şöhretiyle nam salmış diğer elementimiz ise nikel. Meteoritler hem demir hem de nikel içerir. Daha önceki çağlarda yaşayan insanlar meteorlardan elde edilen bu demir-nikel karışımlarını kullanarak her ne kadar farkında olmasalar da nikelle tanışmışlardı. Bu şekilde nikelin ilk kullanımı MÖ 3500’lü yıllara tarihlenir. Aynı zamanda bu karışım metal paslanmadığı için antik Peru yerlileri tarafından bir tür gümüş olarak görülüyordu. Pai-t’ung yani beyaz bakır adı verilen bir çinko-nikel alaşımı, MÖ 200’lü yıllar gibi uzun bir zaman önce Çin’de kullanılıyordu. Hatta bazıları Avrupa’ya kadar ulaştı. Nikel ilk olarak 1751’de Hälsingland, İsveç’teki kobalt madenlerinde cevheri bir bakır minerali zanneden Axel Fredrik Cronstedt tarafından izole edildi ve bir element olarak sınıflandırıldı. Ancak Cronstedt saf nikel metalini elde edememiş ve sadece bulduğu cevherde yeni bir element olduğunu keşfetmişti. Cronstedt’in yanlış öngörüsü olan ve günümüzde nikelin olarak bilinen bu mineral, nikel arsenattan oluşmaktaydı. Renginden dolayı bakır içerdiği zannedilmesi çok normaldi. Bu hataya düşen ilk kişi Cronstedt de değildi zaten. 1400’lü yıllarda Alman bakır madencileri, saf bir bakır gibi gözüktüğü için değeri yüksek bir maden zannedilen ancak bakır olarak ergitilmeye direnç gösteren bir cevherle karşılaştıklarında ona “kupfernickel” ismini vermişlerdi. Bu isim aslında iki kelimenin birleşimiydi: Kupfer Almancada bakır anlamına geliyordu. Nickel ise şeytan demekti ve İngilizcedeki şeytanın lakaplarından birisi olan Yaşlı Nick’le aynı kökenden geliyordu. Yani “kupfernickel” doğrudan çevirince Şeytan’ın bakırı anlamına geliyordu. Bu yüzden Cronstedt de madencilerle aynı kaderi yaşadığı için onların verdiği ismi biraz değiştirerek kullandı. Kupfernickel isminden kupfer kısmını attı ve 1754’te nikelin keşfini duyurdu. Yani aslında günümüzde bu elementin adı doğrudan Şeytan anlamına geliyor. Birçok kimyager Cronstedt’in keşfinde yeni bir element olmadığını ve bulduğu şeyin bir kobalt, arsenik, demir ve bakır alaşımı olduğunu düşünüyordu. 1775’e kadar saf olarak üretilemeyen nikel, bu yılda Torbern Bergman tarafından saflaştırılınca artık doğal bir element olarak kabul edilmeye başlandı.
İşte bu; Alman madencilerinin şer elementleri, kobalt ve nikelin hikâyesidir. Böylece 8. bölümün de sonuna gelmiş olduk. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
0 Yorum