2 sezondur zevkle izlediğimiz Mehmetçik dizisi gerçekten iyi bir çalışma ve emek örneği sundu bizlere. Bu dizide ise asıl olarak 2 temel konu ele alındı, özellikle de 2. sezonda.
Bunlardan ilki unutulan hatta unutturulan, Mehmetçiğin Kutulamare’deki kanlarıyla destan yazdıkları zaferini ve ikinci olarak ise; Halil Kut Paşa’nın tarih sahnesinde İngilizleri yerin dibine soktuğu komutanlığını insanlara anlatmak!
Neden mi? İnsanlarımız kendi Tarih’ini öğrenmiyor! Fedakar yapımcılar, kurdukları ekipleriyle İnsanlara geçmişini hatırlatmak azda olsa şanlı tarihini hatırlatmak istiyorlar.
Sanırım o kadar büyük bütçelerimiz olmasa da bizim kanalda bunlara dahildir diye düşünüyorum tabi takdir sizin..
Peki ben bu videoda ne anlatacam? Bu videoda sizlere Halil Paşa kimdir? Hayatını nedir? Birde onu bu kadar meşhur birisi yapan Kutulamare’deki Başarıları nelerdir onları anlatacam!
Halil Paşa, 1881’de İstanbul Beşiktaşta doğmuş bir Türk askeridir. Daha çok “Kut’ül Ammare Kahramanı” olarak da bilinir. Dedesi sevdiği kız için din değiştirip Müslüman olmuş Kırım ahalisindendir. Halil’in ailesi iş olarak kumaş tüccarlığından ilgilenmiştir. Enver Paşa’nın ise kendisinden bi iki yaş küçük amcasıdır. Harp Akademisinde yıllarında ise Mustafa Kemal ile aynı sınıfta okumuştur. Oradan Mezun olduktan sonra ise İttihat ve Terakki’nin faaliyetlerine dahil olmuştur. Halil Kut Paşa okulundan mezun olduktan hemen sonra ilk vazife olarak Makedonya’ya atanmıştır! Paşa, Makedonya’yken bu bölgede Sırp, Bulgar ve Rum çeteleriyle silahlı mücadeleler verip halkı örgütlemeye çalışmıştır. Bu çetelerin önemli bir kısmını ortadan kaldırmayı başarmıştır.
Halil Paşa, bu dönemde, birçok asker gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmuştu. Ki bunu zaten biraz önce belirtmiştik. Sonrasında yani, Üye olmasının akabinde cemiyet tarafından İstanbul’a çağırılmıştır. Görevi ise bu Cemiyet için oldukça önemlidir. Oda İttihat ve Terakki’nin Saray üzerindeki kontrolünü sağlama vazifesidir. Bildiğiniz üzere o dönemler Tahtta sultan 2. Abdülhamid Han var.
Halil Paşa bu görevi aldıktan hemen sonra Payitaht’a gelir. Burada incelemelerde bulunan Halil Paşa tek yolun Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek olduğu kanaatine varır. Hatta ona kendince Suikast dahi planlar ve bunu da İttihat Terakki liderleriyle dahi paylaşır! Parti Abdülhamid’e darbe yapmanın daha makul olacağını düşündüğünden Halil Paşa’nın bu planı kendi aralarında kalmış olup açığa çıkmamıştır! Peki Halil Paşa’nın gerçekleştremediği bu planı neydi?
Paşa, Makedonya’dan gizlice İstanbul’a gelmişti ya hani işte buraya geldiğinde hemen Beşiktaş’taki ve Yıldız Sarayı’nın Sel’amlık yolu üzerindeki evinde gizlenecek, oradan yani evinin yaklaşık 5-6 metre önünden Sultan gerçerken onu silahla öldürecekti. Tabi böyle şeymi olur bu anlattıklarına inanmıyorum. Halil Paşa Hain değildir. Sana yazıklar olsun! demeyin arkadaşlar, o denemlerde oldukça koyu bir Abdülhamid düşmanlığı yaygındı ve birçok vatansever asker, hatta din alimleri dahi kendisine cephe almışlardı. Haliyle Halil Bey’de sıralar daha 30unda dahi değil. Bu gibi propangandalardan etkilenmesi normal denebilir. Bu gibi tutumlar yüzünden halil paşa ve diğer vatan evlatlarını bir çırpıda yok sayamayız. Neyse biz konumuza dönelim.
Bu olaydan sonra, Bizim bu Halil Paşa durağan bir hayat sürdü ve ihtilalden 2 yıl sonra yani 1911’de patlak veren Trablusgarp Savaşı’na gitmeye çalıştı. “Fakat normal yollardan gidemeyeceğini anlayınca, Selanik’te iken temin ettiği ve “Tüccardan Halit Muzaffer” adına düzenlenmiş olduğu sahte bir pasaport ile Trablusgarp’a gitmiştir. Buradaki başarılı mücadelesinin ardından da paşa, Balkan savaşlarında da aktif rol almıştır. Balkanlardan da Doğu Anadolu Bölgesi’ne gönderilen Halil Paşa, buradaki Kürt isyanlarına karşı devlet politikalarından farklı olarak bir takım faaliteler yapmıştır. Bölgede öldürülen “çete reislerine bağlı olanların silahlarını ellerinden almayıp, üstüne onları affetti ve ücretli olarak köy bekçiliklerine tayin ettirdi. Bu yaklaşım hemen etkisini gösterdi ve böylelikle dağlardaki eşkıyalar da bir bir dağdan inmeye başladılar.” Ancak Halil Paşa’nın bu başarılı politikası, kendisi oradan gittikten sonra ise devam ettirilememiştir malesef…
Bu savaştan sonra Halil Paşa Kutulamare bölgesine gönderildi Neden? Çünkü orada daha önce vazifeli olan Süleyman Askeri Bey ne yazıktır ki intihar etmişti! Süleyman Askeri Bey’i detaylı anlattığım videodan bunu daha iyi öğrenebilirsiniz. Geçici bir süre Nurettin Paşa’nın devraldığı bu cephede daha sonra Halil Paşa görev yapmıştır.
Halil Paşa’nın Kutul Amareye atandıktan sonraki tutumu ve dirayeti sayesinde bu olay Kutulamare Kuşatması veya Zaferi olarak geçti Tarihimize. Hemde Altın harflerle. Hatta öyle bir zaferki bi zamanlar ülkemizde bu zafer bayram olarak dahi kutlanırdı ama bu durum ingilizlerin hoşuna gitmediğinden büyük baskılar sonucu kaldırıldı.
Bu olaydan sonra Halil Kut Paşa hakkında Kaydadeğer bir olay pek yok. Sadece 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından Kütülammare’de başarısı nedeniyle “Kut” soyadı veriliyor kendisine ve Meclise katılıyor o kadar. Lakin ölümü hiçde bu kahraman yakışır bir şekilde olmuyor Maalesef.
Neden mi?
Bazı kaynaklarda yazıldığına göre evinde huzurluca ölmek yerine, sefillik içinde, parasızlıkla ve borç harçla birlikte vefat ettiği anlatılıyor. Vefat günü ve yeri ise 20 ağustos 1957 tarihinde İstanbulda olduğu bilinmekte. Çok Yazık.. Sen gel nice başarılara imza at, elin gevurunu tarihlerinde görmedikleri bir şekilde hizaya çek sonra ölümünü bırak hayatın dahi kimse tarafından bilinmesin.. Bakalım yaklaşık 100 senedir Tarihimize atılan bu bomba ne zaman tesirini kaybedecek?
Arkadaşlar Kutulamare olayını biraz önce detaylandırmadan atladık, çünkü şimdi biraz daha detaya girip anlatıcam sizlere. O yüzden vakit kaybetmeden devam edelim de bakalım o cephede neler olmuş hep birlikte görelim.
Bildiğiniz üzere Birinci Dünya Savaşı yılları… Batı devletlerinin Osmanlıya çöreklenmek için ağızlarından salyalarının aktığı diğer bir tabirle ise Osmanlı’nın ateşten gömlek giydiği yılları…
Fakat Osmanlı bu yüzlerce yıllık medeniyete ve devlet tecrübesine sahip bir devlet. Öyle kolay lokma olacak bir millet yok bu topraklar evellallah.
Hatırlayın Çanakkale Boğaz Harbi’ndeki destanı. İngilizler 5 çayını payitahtta içeceklerdi. Lakin yemedi. Boğazlardan geçit vermemek için Âdeta etten duvar ördü Osmanlının yiğit neferleri ve 1915’in Mart ayında düşman birliklerini Boğaz’ın serin sularına gömdüler. Tabiri caizse kefereye büyük bir Osmanlı tokadı vurup aslında hasta adamın çok da hasta olmadığını anlattılar. Tabi yine kendi üslubumuzla..
Tabi ingiliz bu dört bir yandan saldırıyor. Aynı tarihlerde hemen hemen yani Aralık ayının 25’inde Osmanlı birlikleri Selmanı pak harbinden muzaffer çıktıkta sonra İngilizler’in ve muhalif kuvvetlerin karargâhı sayılan Kut’u muhasara etti. Bu olay ise şöyle gerçekleşti.
Kut, Dicle Nehri kıyısında, Basra Körfezi’nin kuzeyinde kalan bir kasabadır.
Irak ve Havalisi Komutanı Miralay bugünkü adıyla Albay ‘Sakallı’ Nurettin Bey’in birlikleri, Çanakkale’den sonra kasabanın yakınlarında konuşlanmış İngiliz kuvvetleri ile müttefiklerini bertaraf edip, kibirli İngiliz birliklerine karşı ikinci büyük darbeyi vurmak istediler.
Bu durumdan son derece rahatsız olan İngilizler, Kut’u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla 6 Ocak’ta hücuma geçti. Fakat büyük bir zayiatla geri çekildiler.
Bu muhasaraya önem veren Osmanlı Devleti, Nurettin Paşa’yı geri çağırıp, Enver Paşa’nın amcası Mirliva Halil Paşa’yı komutan olarak buraya gönderdi.
İngilizler bu kasabayı onur meselesi yapıp, muhasarayı kırmak için Nisan 1916 tarihine kadar defalarca saldırdılar. Her seferinde büyük kayıplarla geri püskürtüldüler. Sonuncu saldırıları olan 29 Nisan gününde, General Gorringe komutasındaki Townshend birlikleri büyük bir hüsrana uğramış, mağlup olmuşlardı.
Osmanlı ordusunun,İngiliz ordusunu yenebilecek kadar güçlü bir askeri potansiyele sahip olduğunun göstergesi olan Kut-ül Amare adıyla anılan bu harpte kibirli İngilizler, 13 general, 481 subay ve 13.300 er ile birlikte “Hasta Adam” dedikleri Osmanlı Kuvvetleri’ne kuşatmadan 143 sonra 29 Nisan 1916 günü teslim oldular. Hemde kayıtsız şartsız. Tabi onun öncesinde İngilizler’in ve müttefiklerinin kaybı büyüktü. Selmanı pak harbinde yaklaşık 23.000 ölü vermişlerdi. Osmanlı kuvvetlerinin şehit ve yaralı sayısı ise 10 bin civarında idi. Ölenler için kasabada Kut Türk Şehitliği yapıldı. Allah Gani Gani Rahmet eylesin (amin)
Bu hezimet ise Majestelerinin ordusunun o
zamana kadar uğramış olduğu en büyük yenilgi ve “yüz karası”ydı. Eee
asırlardır savaşan bir millet var karşında ne sanmıştın kraliçe hanım demek
geçiyor içimden ama Bediüzzamanın deyimiyle sadece şunu diyorum, “ Zalimler
için yaşasın Cehennem”.
General Townshend, tıpkı iki asır önce Deli Petro’nun Baltacı Mehmed Paşa
tarafından Prut nehri bataklığına sıkıştırıldığı gibi Dicle nehrinin üç tarafı
suyla çevrili bir yerde sıkıştırılmıştı. Üstelik önünde kademe kademe sıralanan
İngiliz ve Osmanlı siperleri çıkış (huruç) yapmayı imkânsızlaştırmıştı. Öyleki
açlıktan günde 8 İngiliz, 28 Hindu askeri ölüyordu. Gıda yardımı getiren
uçaklar ise çuvalları İngiliz siperlerine atmak istiyor ama bu başarı
olmuyordu.
Artık İngilizler, açlıktan atlarını kesip yemeye başlamıştı. Ancak Hindli
askerlerini at eti yemeye bir türlü razı edemiyorlardı. Bir kısmı Müslüman,
diğerleri Sih vs. mezhebindeydiler. “Bu hayvanların etini yemektense
ölürüz” diyorlardı. Bunun üzerine Townshend radyo aracılığıyla o
askerlerin Hindistan’daki dinî reisleriyle görüştü. At etinin “kuşatma eti”
olarak yenilebileceğine dair fetva istedi. Güç bela geldi fetva ama yine de
isteksiz yiyorlar, bu yüzden patır patır yere düşerek ölüyorlardı
İki tümen yardımınıza geliyor deniliyordu ama aslan Mehmetçik önünde bir türlü
ilerleyemiyorlardı. Ümitler tükenmiş, erzak tükenmiş, takat tükenmişti. Nöbet
değiştirirken bile düşüp ölenlere rastlanıyordu.
Öte yandan Türklerin de kuşatmayı kaldırmaya niyetleri hiç mi hiç yoktu.
İngilizlerin zayiatları ağırdı. 30 bin asker savaş dışı kalmıştı. Elinde kala
kala 13 bin aç askeri kalmıştı General’in. Hastalıklar almış yürümüştü. Bu
duruma daha fazla dayanamayan townshend sonunda teslim olmaya karar verdi.
İlginçtir, Townshend Mezopotamya Seferim adlı hatıratında kendisini Plevne’deki
Gazi Osman Paşa ile kıyaslıyordu. Bu durum ise şöyledir.
26 Nisan günü Halil Paşa ile buluştu. Yedekte tek bir peksimet yoktu diye yazdı defterine. Kayıtsız şartsız teslim olmalarında ısrar ediyordu Halil Paşa. Hatıratında açıklamaktan utandığı teslim şartlarında neler olduğunu iki gün sonra yazdığı bir mektupta şöyle dile getirmişti: 40 topumu sağlam olarak Osmanlı’ya teslim etmek ve ordusuyla birlikte serbest bırakılması karşılığında tam 1 milyon sterlin ödemek. Tabi ki bu zaferi satma teklifi Osmanlı tarafında kabul görmedi ve Halil Paşa bu direk reddetti.
Görüldüğü üzere İngilizler bu onursuzluğu yaşamamak için adeta çırpınıyorlardı ama nafile.
Hatıratının devamında, nihayet 29 Nisan günü “toplarımı ve telsiz teçhizatım
dahil mühimmat vs. bütün tesisatımı tahrip ettim” diyor ve şöyle devam
ediyordu kariyerine kahraman olarak başlayan ama Kûtü’l-Amâre yenilgisi
yüzünden unutulup giden General Townshend:
“Halil Paşa beni ziyaret etti, ona kılıcımla tabancalarımı teslim ettim. Almayı
reddetti, “Bunlar şimdiye kadar sizindi, bundan sonra da öyle olacak” dedi
(Mezopotamya Seferim, 2012, s. 596).
Teslim olmuştu General. Şerefli bir misafir gibi önce Heybeliada, sonra
Büyükada’da ağırlandı. Hatta yanındaki köpeğini cephede unutmuştu. İstedi,
köpeği özel bir kurye ile kendisine ulaştırıldı. Esir olan askerleri ise çölde uzun ve çetin bir
yolculuğa çıkacaklardı.
1. Dünya Savaşı’nın en mühim muharebelerinden biri olarak bilinen bu müthiş harp Osmanlının muhteşem zaferi ile sona erdi ve sonunda kasaba alındı.
İngiliz tarihçisi James Morris, Kut’un kaybını “Britanya yani İngiltere askerî tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi” olarak tanımladı. Bu yenilgi İngiliz basınında ve kamuoyunda çok büyük bir infial uyandırdı. General Gorringe, bu başarısızlığı sebebi ile görevinden alındı.
İngilizler, bu aşağılık duruma son vermek, esirlerini kurtarmak ve Kut’u yeniden almak için tekrar saldırdılarsa da başaramadılar. Üstüne üstlük daha büyük kayıplar verdiler.
Halil Paşa’nın, Kut-ül Amare zaferinden sonraki sözleri tarihe şöyle geçti: “Arslanlar! Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında, şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
Allah Halil Paşa ve onun gibileri vatanseverleri başımızdan eksik etmesin.
Tarih bu hadiseyi yazmak için kelime bulmakta müşkülâta uğrayacaktır.Türk sebatının ise İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada yani Kut’ta görüyoruz.”
Tabi bu muhteşem zaferi bizim neslimiz neden bilmiyor ve tarihimizden neden silinmeye çalışılıyor. Sebebi belli çünkü malum kişiler yok bu cephede de ondan. Neyse anladınız siz.
Bu olaylanlardan sonra her yıl bu Kut-ül Amare deki edinilen başarı kutlanmaya başlandı.
Ta ki Türkiye’de 1952 yılında NATO’ya üye olana kadar. İngilizler, tarihlerinde kara bir leke ve yüz karası olarak kalan bu hezimetin, Türkler tarafından her yıl zafer bayramı olarak kutlanmasını aşağılanmış görüp, onurlarına yediremediler ve kaldırılması için baskı yaptılar. Baskılar üzerine de Türkiye, NATO üyeliği sebebi ile bayram merasimine son verdi. İngilizlerin baskısı o kadar yoğundu ki Kut-ül Amare zaferi ve Kut Bayramı’na yönelik tarihî malumâtlar, okullardaki tarih kitaplarından dahi kaldırıldı ve böylelikle unutturulmaya çalışıldı. Lakin başarılamadı. Çünkü bir vatan evladı çıktı ve bu olayı bizlere yeniden hatırlattı ve Tarihten silinen bu zaferi adeta yeniden gönüllere kazıdı.
Rabbim dini için, devleti için, vatanı için can veren yüzbinlerce şühedamızın makamlarını ali eylesin. Bizlerinde onların şefaatlerine nail olan insanların zümresinde olmayı nasib etsin…
0 Yorum