Hindistan coğrafyasının Avrupalı emperyalist devletlerce nasıl sömürülmeye başlandığını birkaç ay önce yayınladığımız bir videoda anlatmıştık hatırlarsanız. Peki, Hindistan coğrafyasındaki insanlar 200 yıla yakın bir süre boyunca sürdürdükleri bağımsızlık mücadelesinin ardından bağımsızlıklarına nasıl kavuştu? Hindistan ve Pakistan birbirinden nasıl ayrıldı? Mahatma Gandhi, Muhammed Ali Cinnah, Rabindranath Tagore ve Muhammed İkbal gibi Hintli bağımsızlık liderleri nasıl mücadeleler verdi? Gelin videonun devamında hep beraber öğrenelim.
(intro)
Hindistan bağımsızlık hareketi, İngilizlerin tam hâkimiyet sağladığı 1757 yılından başlayarak 190 yıl devam etti. Osmanlı halifelerinin Hintli Müslümanlar üzerinden İngilizlere verdiği gözdağı bağımsızlık hareketinin köklerinin ne kadar eskilere dayandığını gösteriyordu. Ancak bağımsızlığı kazandıran asli hareket, direnişin son 30 yılını kapsar.
Hindistan coğrafyası, bakıldığında hem tek kökten türeyen tek bir millettir hem de onlarca milletten oluşan bir topluluktur. Bu düşünceler Hint bağımsızlık mücadelesinin de seyrini kökünden değiştirmiştir. Bu yüzden bu süreci anlamak için bizim de Hintlilerin kökenini öğrenmemiz faydalı olacaktır.
MÖ 5000’li yıllarda Kafkasya’nın kuzeyinde bir topluluk yaşardı. Bu topluluk; günümüz Avrupa uluslarının, Ermenilerin, Gürcülerin, Perslerin ve Hintlilerin atası olan Proto Hint-Avrupalılardı. Bu topluluktan bir kol Orta Asya üzerinden geçerek iki kola ayrılmış, bu kollardan biri günümüz İran’ına ulaşarak Pers toplumunu, diğer kol ise günümüz Pakistan’ı Bangladeş’i ve Hindistan’ının kuzeyine yerleşerek Hint toplumunu oluşturmuştu. Yani aslında bu toplumların hepsi aynı topluluğun torunlarıydı. Sibirya’daki Türkler Anadolu Türklerine ne kadar yabancıysa Pakistan Hintlileriyle Hindistan Hintlileri o kadar yabancıydı. Ama şöyle bir sorun vardı, Hindistan çok büyük bir coğrafyaydı ve aradan geçen binlerce yılla beraber eski Hintliler bulundukları coğrafyanın insanları olmuşlar ve birbirlerinden kültürel olarak uzaklaşmışlardı. Daha sonra Hint coğrafyasına yayılan İslam etkisiyle beraber bazıları Müslümanlığa geçmiş bazılarıysa Hinduizm, Sihizm, Jainizm ve Budizm gibi inanışları sürdürmüşlerdi. Bu da Hintliler arasında derin kültürel farklılıklar oluşturmuştu. Hindistan coğrafyasının farklı bölgelerinde farklı topluluklar olarak yaşamaya devam etmeleri dillerine de yansımıştı. Ancak şöyle bir gerçek de var ki aslında Hindistan’ın resmi diliyle Pakistan’ın resmi dili aynıdır. Evet, isimleri farklı olabilir ama bu aynı dil olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü aslında Hindistan ve Pakistan’ın resmi dili Hindustani dilidir. Hindustani dilini Devanagari alfabesiyle kullanan Hindistanlılar bu dile Hintçe, Arap alfabesiyle kullanan Pakistanlılar ise bu dile Urduca demişlerdir. Bunun dışında Hindistan coğrafyasının güneyinde konuşulan, diğer hiçbir dil ailesine dayandırılamayan Dravid dilleri de vardır ve bu dilleri 200 milyondan daha fazla kişi konuşur. Hindistan’ı milli kimlik olarak ikiye bölmemiz gerekseydi, Hintliler ve Dravidler arasında ikiyle bölebilirdik. Ancak günümüzde Hindistan, millet olarak değil dini olarak bir bölünme yaşamış durumda. Peki, bu bölünme nasıl gerçekleşti? Bölünme bağımsızlığa nasıl etki etti?
Hintliler aynı kanı da taşıyor olsalar, aynı fikri aynı kültürü taşımıyorlardı. Bu da Hintlileri kenetlenmekten daha da uzaklaştırıyordu. Bu yüzden Hint bağımsızlık girişimi Müslümanlar ve Gayrimüslimler arasında bölündü. Yeri geldiğinde İngilizlere karşı beraber mücadele verilecek yeri geldiğindeyse Müslümanlar ve Gayrimüslimler olarak ayrı yasalara sahip olacaklardı. Tabii bu süreci de anlamak için saatimizi biraz daha geri sarmamız gerekiyor. Allan Octavian Hume, 1885 yılında Hindistan Ulusal Kongresi’ni kurdu. Bu parti Hindistan’ı bağımsızlığa taşıyacaktı. Muhammed Ali Cinnah da bu partinin 1906’da Birleşik Krallık’a karşı bağımsızlık mücadelesinin nasıl yürütüleceğinin kararlarının alınacağı Kalküta’daki kongreye katıldı. Mohandas Karamçand Gandi de ilerleyen yıllarda parti programına dâhil oldu. Ancak bu iki siyasi şahsiyetin görüşleri birbirinden çok farklıydı. Cinnah anayasal ve hukuki bir şekilde İngilizlerle mutabakat sağlanması yoluyla bağımsızlığın kazanılması gerektiğini düşünürken Gandi ise kendi felsefesi olan şiddetsiz direniş yoluyla İngilizleri Hindistan’dan kovmayı düşünüyordu. Durum böyle olunca Cinnah 1920 yılında partiden ayrıldı ve Muhammed İkbal’in felsefesine kaymaya başladı. Başlangıçta tüm Hindistan’ı bir millet olarak gören İkbal, sonraları Hindular ile Müslümanlar arasında ortaya çıkan olaylardan sonra, ayrı müstakil bir Müslüman devletinin kurulması fikrinin de öncülerinden olmuştu. Muhammed İkbal için Pakistan’ın Mehmet Akif Ersoy’u da denilebilirdi. Aynı zamanda Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında, zor durumdaki Müslüman Hint halkını, Türk halkının milli mücadelesine destek vermek için örgütlemiş, milli mücadelede kullanılmak üzere Müslüman Hint halkından 1.5 milyon sterlin toplayıp Ankara hükümetine yollatmıştı.
Cinnah 1920’de Hindistan Ulusal Kongresi’nden ayrılmasıyla beraber 1906’da kurulmuş Tüm Hindistan Müslüman Birliği adlı partinin lideri oldu. Hindistan Ulusal Kongresi ise Gandi’yi lider seçti ve böylece bağımsızlık mücadelesi ikili bir hal aldı. Bu iki büyük parti hem İngilizlerden bağımsızlığını kazanmak için mücadele verecek hem de Müslüman-Gayrimüslim Hintlilerin haklarını sağlayacaklardı. Müslümanların siyasi önderliğini Muhammed Ali Cinnah, edebi önderliğini ise Muhammed İkbal yapıyordu. Gayrimüslimlerin siyasi önderiyse Mohandas Karamçand Gandi iken, edebi önderliği üstlenen isimse Rabindranath Tagore’du. Aynı zamanda Gandi’ye yüce ruh anlamında gelen Mahatma unvanını veren kişi de Rabindranath Tagore’dan başkası değildi. 1924’te iki parti, iki ulus teorisini gündemine taşıdı ve Hintlilerle Müslümanların birbirinden farklı etnik kimlikler olarak kabul edilmesi gerektiği itirazlar olsa da onaylandı. Hintli devlet adamı ve Budist Bhimrao Ramji Ambedkar, 1945 tarihli Pakistan veya Hindistan’ın Bölünmesi adlı kitabında, “Müslümanlar Pakistan’ı gerçekten ve derinden arzuluyorlarsa, seçimlerinin kabul edilmesi gerekir” başlıklı bir alt bölüm yazdı. Eğer Müslümanlar Pakistan’ı kurmaya kararlıysa, talebin Hindistan’ın güvenliği için kabul edilmesi gerektiğini iddia etti. Çünkü ileride Hinduların gireceği bir savaşta Müslümanların Hint Ordusu’na karşı tutumu bir belirsizlik oluşturacaktı ve ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkabilirdi. Bir taraftan İngilizlere direniş devam ederken bir taraftan da iki ulus teorisi tartışılıyordu.
Gandi mücadele yöntemi olarak şiddetsiz direnişi seçmişti. Bu yöntemde herhangi bir savaş ya da İngiliz güçleriyle kuvvet kullanılarak yapılacak müdahaleden kaçınılacaktı. Şiddetsiz direnişin özü boykot ve protestoya dayanıyordu. Cinnah ise bunun anayasal ve hukuki bir mücadele yöntemi olmadığı kanaatindeydi ve diplomatik yollarla İngilizlerle uzlaşılmasını istiyordu. Gandi Mart 1930’da İngilizlerin aldığı tuz vergisine karşı bir yürüyüş başlattı. Kendi tuzunu yapmak için Ahmedabad’dan Dandi’ye 12 Mart’tan 6 Nisan’a kadar 385 kilometre yürüdüğü Tuz Yürüyüşü bu şiddetsiz direnişin en önemli bölümüdür. Denize doğru yapılan bu yürüyüşte Gandi’ye binlerce Hint eşlik etti. Britanya idaresine karşı en rahatsız edici kampanyası bu olmuştur ve Britanya yönetimi buna 60.000’in üzerinde kişiyi hapse atarak karşılık vermiştir. Daha sonrasındaysa Britanya temsilcileri Gandi’yle masaya oturduktan sonra protestoların durdurulması şartıyla tutukluları salıverdi.
Gandi, en büyük planını ise 2. Dünya Savaşı’nda devreye sokmuştu. Hâlihazırda savaşta olan İngilizlere karşı 1942’de Hindistan’ı Terk Et hareketini başlattı. Ancak bu protestolar zincirine Cinnah’ın önderlik ettiği Tüm Hindistan Müslüman Birliği ve diğer birkaç grup katılmadı. Savaş dolayısıyla zaten gergin olan İngilizler bu hareketin başlaması üzerine Hindistan Ulusal Kongresi üyesi ve başkanlarından olan 100 bin civarında kişiyi hapse attı ve 1945’e kadar çıkarmadı. Durum böyle olunca bu 3 yılda meydan Cinnah’a kaldı ve Pakistan devletinin siyasi zeminini hazırlamak için eline bir fırsat geçti. Hatta Cinnah bunu “Kimsenin hoş karşılamadığı savaş, kılık değiştirmiş bir lütuf olduğunu kanıtladı.” sözleriyle dile getirmiştir. Aynı zamanda İngilizler savaş halinde Hindistan’dan çekilmenin mümkün olmadığını söyleyip 2. Dünya Savaşı bittikten sonra Hindistan’dan kademe kademe çekileceklerine dair söz verdiler.
Yıl 1946 olduğunda Hindistan genelinde bir seçime gidildi. Bu seçim hem Hindistan Ulusal Kongresi hem de Tüm Hindistan Müslüman Birliği siyasi tarihinin en büyük başarısına imza attı. Kongre, genel gayrimüslim koltukların %90’ını alırken, Müslüman Birliği vilayetlerde Müslüman koltukların %87’sini kazandı. Bununla birlikte, Tüm Hindistan Müslüman Birliği, Müslüman Hindistan’ın tek temsilcisi olduğu iddiasını doğruladı. Seçim Pakistan’ın yolunu açtı. İngiltere Başbakanı Attlee, Lord Louis Mountbatten’i Hindistan’ın son valisi olarak atadı ve ona bölünmeyi önleme ve birleşik bir Hindistan’ı koruma talimatıyla birlikte İngiliz Hindistan’ın bağımsızlığını 30 Haziran 1948’e kadar denetleme görevini verdi. Ancak Mountbatten bunu sağlayamadı ve Radcliff Hattı devreye girdi. Normalde Hindistan’ın çoğunluğu Müslüman olan eyaletleri belliydi ve herhangi bir ayrılmada bu eyalet sınırları iki ülkenin sınırları olarak kullanılabilirdi. Ancak Pencap ve Bengal eyaletlerinin sınırları zamanında tam olarak Müslüman-Hindu yerleşimleri gözetilerek çizilmemişti. İki eyalet için iki sınır komisyonunun ortak başkanı olan Cyril Radcliffe, 450.000 km2 alanı 88 milyon insanla adil bir şekilde bölmesi için görevlendirildi. Bu sayede Pakistan-Hindistan sınırı ortaya çıkmış oldu. Devam eden süreçte İngiltere’nin Hindistan’daki son Genel Valisi Mountbatten, 3 Haziran 1947’de bölünmenin gerçekleştirildiğini duyurdu. Bunun üzerine Tüm Hindistan Müslüman Birliği, Cinnah’ı Pakistan’ın Genel Valisi seçti ve Cinnah, 7 Ağustos’ta Yeni Delhi’den Karaçi’ye “Pakistan’ın ilk Genel Valisi” sıfatıyla geldi. Britanya Hindistanı, 1947’nin 14 Ağustos’unu 15 Ağustos’a bağlayan gece resmen bağımsız olarak ikiye ayrıldı. Böylece Hindistan dominyonunun bir parçası Pakistan dominyonu olurken ertesi gün de Hindistan dominyonuna tam bağımsızlık verildi. Pakistan ise bu tam bağımsızlığa 1956 yılında kavuşacaktı. Her ne kadar Hindistan sonunda beklediği özgürlüğe kavuşmuş olsa da bazı Hindu radikaller Pakistan ayrılığının Gandi’nin hezimeti olduğunu düşünerek ona karşı cephe almaya başladı. Gandi, 30 Ocak 1948’de radikal bir Hindu olan Nathuram Godse tarafından vurularak öldürüldü.
Pakistan, o zamanlar kara bağlantısı olmayan iki ayrı topraktan oluşuyordu. Birincisi bugün bildiğimiz Pakistan iken diğeri o zamanlar Doğu Pakistan olarak bilinen Bangladeş’ti. Ancak Bangladeş Müslüman da olsa Urduca değil Bengalce konuşuyordu ve bu iletişim açısından büyük sorunlar çıkarıyordu. Aynı zamanda kara bağlantısı olmaması da bu iki toplumu birbirinden uzaklaştırmış ve bir iç savaşın içine düşürmüştü. Bu durumdan faydalanmak isteyen Hindistan da savaşa karışınca Pakistan yönetimi 1971 yılında Bangladeş’i kendi haline bırakarak bağımsızlık vermek zorunda kalmıştı. Aynı zamanda Hindistan ile Pakistan arasındaki askeri çatışmalar sadece bununla sınırlı değildi. Daha bağımsızlığın ilk yılı olan 1948 yılında Keşmir krizi patlak vermişti. Keşmir diğer Hint eyaletlerinin aksine prenslik tarzı bir yönetimle idare edilmişti ayrılma yaşanana kadar. Daha sonra Keşmir idaresi kendini Hindistan’a ilhak ettiğini ilan etmişti. Ancak bir sorun vardı, Keşmir halkının çok büyük bir kısmı Müslüman’dı. Çoğunluğu Müslüman olan Keşmir’de Pakistan hak iddia ediyor, ancak Hindistan kim aldıysa onundur tarzında bir yaklaşım sergiliyordu. Durum böyle olunca Pakistan Keşmir’e asker soktu ancak sonrasında zorunlu ateşkes sağlandı. Pakistan, Keşmir eyaletinden sadece askerini sokabildiği küçük kısmın yönetimini alabildi. Konu Birleşmiş Milletlere taşındı ve referandum yapılmasına karar verildi. Ancak Hindistan aradan geçen bunca seneye rağmen hâlâ bu referandumu yapmamakta kararlı. Aynı zamanda bu kriz anından yararlanan Çin de Keşmir’in bir kısmını işgal etmiş durumda. Hindistan ve Pakistan arasındaki silahlı çatışmalar günümüzde dahi aralıklarla devam ediyor.
İşte Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını böyle kazanmış ve birbirinden böyle ayrılmıştı. Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.
0 Yorum