“Şimdi bunu kutlamak ve sevinmek uygun oldu, çünkü kardeşin öldü ve yeniden canlandı. Kayboldu ve bulundu” (Luka, 15:11-32)
Işık ve gölge oyunlarının ressamı Rembrandt, Hollanda Altın Çağı’nın en büyük ressamlarından biriydi.
1606’da orta sınıf bir değirmenci ailesinde doğan sanatçı, büyük başarılar aramak için evinden ayrıldı ve o gün ona göre büyük sayılabilecek şehre, Amsterdam’a gitti. Üstün yeteneği onun hemen farkedilmesini sağladı ve şehrin zengin tüccarlarının, gemi yapımcılarının, politikacıların portrelerini yapmaya başladı.
Bu resimler ona ilk yıllarında hem büyük bir itibar hemde gelir kazandırdı. Portre ressamcısı olarak bu kadar ünlenmesine karşın ona ilham veren hep İncildeki hikayelerdi. Bu yazımda bahsedeceğim eserde Rembrandt’ın ve daha bir çok sanatçının ilham aldığı, Luka incilinde (15:11-32) geçen ‘Savurgan Oğlun Dönüşü’ hikayesinin konusu işlenmiş.
“Savurgan Oğlun Dönüşü” Rembrandt’ın ölümünden kısa bir süre önce tamamladığı son büyük eseridir. Büyük diyorum çünkü eser 262×205 cm. Oldukça devasa büyüklükteki eserde figürler gerçek insan boyutlarında resmedilmiş. Çoğu eleştirmen bu eseri tüm zamanların en büyük resmi olarak nitelendirmiş. Şuan St. Petersburg’daki Hermitage Müzesinde sergileniyor.
‘ Savurgan Oğlun Dönüşü’ hikayesi İncilde geçen hikayelerden en bilinenidir. Hikaye baba ve iki oğlu arasında geçer. Bir gün küçük olan oğul babasına, mirastan kendine düşen payı vermesini ister. Bunun üzerine baba mirasını iki kardeşe eşit bir şekilde paylaştırır. Payını alan küçük oğul evden ayrılır ve uzak bir ülkeye gider.
Orada sefahat içinde bir yaşam sürerek varını yoğunu çarçur eder. Küçük kardeş her şeyini harcadıktan sonra, o ülkede şiddetli bir kıtlık baş gösterir ve o da yokluk çekmeye başlar, çaresizce fakirleşir ve domuz çobanı olarak çalışmaya başlar. Baktığı domuzların yemeğini kıskanacak noktaya geldiğinde nihayet aklını başına gelir ve şöyle der:
“Babamın nice işçisinin fazlasıyla yiyeceği var, bense burada açlıktan ölüyorum. Kalkıp babamın yanına döneceğim ve ona, ‘Baba!’ diyeceğim, ‘Tanrı’ya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layıkdeğilim. Beni işçilerinden biri gibi kabul et.”
Küçük oğul ayağa kalkar ve doğru babasına gider. Babası oğlunun gelişini uzaktan görür ve onu karşılamak için koşar. Oğlunu şefkatle kucaklar, boynuna sarılır ve öper.
Oğlu ona ‘Baba! Tanrı’ya ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim.‘ der.
Babası ise kölelerine, ‘Çabuk, en iyi kaftanı getirip ona giydirin! Parmağına bir yüzük takın, ayaklarına çarık giydirin! Besili danayı getirip kesin, yiyelim ve eğlenelim. Çünkü benim bu oğlum ölmüştü, yaşama döndü; kaybolmuştu, bulundu.’ der.
Tarlada iş başında olan büyük oğul kutlama sesini duyar, gelir. Küçük erkek kardeşinin dönüşü anlatılır. Ama o hiç etkilenmez ve sinirlenir, babasına:
‘Bak, bunca yıl senin için köle gibi çalıştım, hiçbir zaman buyruğundan çıkmadım. Ne var ki sen bana, arkadaşlarımla eğleneyim diye hiçbir zaman bir oğlak bile vermedin. Oysa senin malını fahişelerle yiyen şu oğlun eve dönünce, onun için besili danayı kestin.’ der.
Babası ise oğluna şu şekilde cevap verir:
Yazının devamı sanatkarnavali.com‘da