Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye veya bizim bildiğimiz adıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda yasalaşmış ve zaman zaman devleti kurtarmış, zaman zamansa hanedanın devamlılığını tehlikeye sokmuş bir uygulamadır kardeş katli. Peki, kardeş katli fedakârlık mı yoksa cinayet mi?
Kardeş, evlat veya hanedan mensubu katli gerek iç içe geçmiş Avrupa monarşilerinde gerekse sonu çoğu zaman bölünmekle biten eski Türk devletlerinde kanuni bir şekilde olmasa da uygulanmaktaydı. İslamiyet sonrası Türk devletlerinde ise genelde farklı bir şey olmuyordu. Ya devlet evlatlar arasında bölünüyor ya da taht kavgalarıyla zayıflıyordu. Hatta çok sıklıkla da kavga hanedanlar arasına sıçrayıp hanedan içi kavgadan uzak hale geliyordu. Bu durumda da kaçınılmaz bir şeklide devlet yıkılıyordu. Eski Türk devletlerinden örnek vermek gerekirse bilinen ilk Türk devleti olan Asya Hun Devleti taht kavgaları sonucu yıkılmıştı. Keza Göktürkler ve Uygurlar da bu sondan farklı bir sonla karşılaşamadılar.
Aynı durum batıya göçen Türkler için de aynıydı. Anadolu’ya gelen Selçuklular hanedan kavgasıyla çoğu zaman zayıf durumda kaldılar. Hatta şuan ki Anadolu’nun ¾ ü durumdaki Anadolu Selçuklunun sultanı Sultan 2. Kılıçarslan, ölmeden önce devleti 11 oğlu arasında paylaştırdı. Bunu anlamak için şu anki Türkiye’nin 12’ye bölündüğünü düşünebiliriz. Maalesef ölümü ise kendi oğullarının elinden oldu. Haçlılara diz çöktürten koca sultan, kendi öz oğlunun elinde öldü.
Benzer durumlar, dediğimiz gibi Avrupa’da da gerçekleşiyordu. 100 Yıl Savaşları’ndan yenik ayrılan İngiltere 30 sene daha taht kavgasıyla yani Güllerin Savaşı’yla uzun süre birlikteliğini sağlayamadı. Sağladığında ise kendisini geride bırakan diğer devletlere yetişmek için çok çaba sarf etmek zorunda kaldı.
Peki, Osmanlıda durum nasıldı?
Osmanlıda ilk hanedan mensubu katli, ilk bey olan Osman Gazi’nin amcası Dündar Bey’i, ihaneti sonucu öldürmesiyle vuku buldu. Yani kanun olmamasına rağmen hanedan mensubu katli vardı.
Torunu 1. Murad ise kendisine Bizans prensi Andronikos ile isyan eden oğlu Savcı Bey’i öldürtmeyip gözüne mil çektirdi. Daha sonra ise boğdurma kararı aldı. Oğluna acıyan Bizans İmparatoru ise gözüne kızgın sirke döktürtmekle yetindi.
1. Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid ise Kosova Savaşı sonrası şehit düşen babasının tayini ile Osmanlı Sultanı oldu. Düşmanı kovalamakta olan kardeşi Şehzade Yakup’un durumunu ise devlet ricaline sordu. Aslında bu durum kardeş katlini anlamamızda bize çok yararlı olacak. Şehzade Yakup, ordunun yarısını kumanda etmekteydi. Eğer çağırıldığında itaat etmez, ordu kendi içinde savaşa tutuşur ve de kaçan düşman ordusu geri gelirse hiç şüphesiz Rumeli’deki Osmanlı hâkimiyeti bitecekti. Yıldırım zor olan kararı aldı ve kardeşinin katlini emretti.
1. Bayezid’in oğulları arasında çıkan taht kavgaları ise hepimizin malumu. Devlet 14 yıl boyunca devlet olamadığından Osmanlı ilerleyişi büyük bir sekteye uğradı. Zaten o yüzden tarihçiler bu devre ‘fetret devri’ dediler. Bu devrin son bulması ise bizim için söylemesi kolay ama aslında yapılması çok zor olan bir karar ile gerçekleşti. 1. Mehmed’in kardeşlerini öldürtmesiyle.
Gelelim Fatih Sultan Mehmed’e. Fatih ise tahta geçtiğinde kendisini deviren bir kadro ile çalışmak zorunda kalmıştı. Kendisine İstanbul’un fethi sırasında karşı çıkacak ve son yıllarda iyice güç toplamış olan Çandarlı Halil ve takipçilerine takındığı sert tavır nedeniyle çok küçük yaştaki kardeşi tahta geçirilmek istendi. Hepinizin malumu olduğu üzere çocuk hükümdar, yönetilen yönetici demekten başka bir şey değildir. Bu sebeble Fatih Sultan Mehmed kardeşini boğdurtmak zorunda kalmıştı.
Ve konumuzun en an alıcı noktasına geldik: Fatih Kanunnamesi. Fatih’in kanunnamesinde ‘’Ve her kim evladımdan saltanat müyesser ola karındaşların nizam-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekseri ulema bunu tecviz etmiştir. Anınla amil olalar’’ yazmaktadır. Burada ulemanın ekserisi demek çoğunluğu demek değildir. Hepsi demektir. Çünkü hüküm vermeyenler de onaylamıştır. Zaten karşı çıkan da olmamıştır.
Bunun ne kadar da önemli olduğunu anlamak için çok da uzağa gitmeye gerek yok. Fatih’in iki oğlu Şehzade Cem ile Sultan 2. Bayezid arasında yapılan taht kavgası ve Cem sultanın Rodos Şövalyelerine esir düşmesi devletin terakkisine uzun süre sekte vurdu.
Yine 2.Bayezidin oğulları arasında çıkan taht kavgasıyla ve Şahkulu isyanıyla devlet uzun süre istikrarına kavuşamadı. Fakat Yavuz Sultan Selimin kardeşlerini katli ile yine istikrarsızlık son buldu ve devlet en güçlü dönemlerinden birine girdi.
Kanuninin, oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurması da yine bu sebeptendir.
Fakat Sultan 3. Mehmed dönemine geldiğimizde durum farklı bir noktaya geldi. Rivayete göre Sultan 3. Mehmed tahta çıktığında 19 şehzadeyi boğdurulmasının emrini vermişti. Daha sonra saraydan çıkan 19 çocuk cenazesini gören halk çok şaşırmış kardeş katlini sorgular olmuştu.
Daha sonraları ise Sultan 1. Ahmed döneminde meriyete giren ekber-erşad sistemi devletin uzun süre başını ağrıttı. Tahtın bir yedek varisi olması isyanları beraberinde getirdi. Padişahların da tecrübesiz olarak yetiştirilmesi ise bunun tuzu biberi oldu.
Tarihçiler genel olarak siyasi düzen ve devletin devamlılığı konusunda, isyan hazırlığı yapan ve taht mücadelesine aktif olarak girişen şehzadelerin, katledilmesinin münasip olduğu konusunda hemfikir olup, bebek şehzadelerin katli konusunda farklı görüşleri olan tarihçiler mevcuttur.
Tarihçi yazar Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil bu konu hakkındaki görüşünü Devlet-i ebed müddet idealinin ve tarihî tecrübenin Osmanlı’ya ödettiği ağır bedel olarak nitelendirmiş ve “Osmanlı, devlet ve millet için kendi kanından verdi” demiştir.
Tarihçilerin Kutbu olarak bilinen Prof. Dr. Halil İnalcık ise Devlet-i Aliyye kitabında kardeş katlini “Çoğu zaman devleti kurtaran kardeş katli, yasada münasiptir şeklinde geçmesine, yani yapılması uygundur olarak anlaşılması gerekmesine rağmen 16. yüzyıldan sonra tahta geçen padişahlar, ‘münasiptir’i yanlış yorumlamış, bir mutlak zorunluluk olarak görerek elzem olmadığı halde bebek şehzadeleri bile boğdurmuştur” şeklinde yorumlamıştır. Kardeş katli meselesini göz önüne alırken mecellede geçen şu kaideyi unutmayalım. “Zarar-ı âmmı def için zararı hass ihtiyar olunur”. Yani halkın zarar görmemesi için şahsın zararı tercih edilir.