İnsanoğlu güzel kokabilmek için tarih boyunca neler denedi? Ya da hiç düşündünüz mü balina dışkısının güzel kokabileceği kimin aklına gelirdi? Peki ya insanlar ne zamandan beri geyik vücudunun içindeki bir keseden koku yapıyor? Sandal ağacı ve gül yaprağı gibi kokulu maddelerden birkaç damla esans çıkarabilmek için ne kadar ham madde harcanıyor? Neden farklı toplumlar, farklı nesiller ve farklı medeniyetler; birbirinden farklı kokuları sürünmeyi benimsedi? Türk toplumu farklı medeniyetlerin ışığında koku alışkanlıklarını nasıl değiştirdi? Gelin bu videomuzda kokuların serüvenine doğru bir yolculuğa çıkalım.
(intro)
Tarih boyunca insanlar hep güzel kokmayı istedi. Tabii güzel koku göreceli bir şeydi. Kimi insanların hoş bulduğu bir kokuyu kimi insanlar çok ağır bulabiliyordu. Kokunun iyi veya kötü olmasını insanlar genelde toplumlardan öğrenirdi. Bu yüzden de farklı toplumlar, farklı nesiller ve farklı medeniyetler; birbirinden farklı kokuları sürünmeyi benimsedi. Biz de bu videomuzda farklı medeniyetler üzerinden kokuların yaşadığı serüveni ve en sonunda Türk toplumunun medeniyet-koku ilişkisindeki kırılma noktasını inceleyeceğiz.
Koku üretiminin atasının yine her şeyde olduğu gibi Mezopotamyalılar olduğu görülür. Derler ki dünyanın ilk esansını Babilli bir kimyager hazırlamıştır. MÖ 2000’lerde yaşayan Tapputi adındaki bu kadının aynı zamanda dünyanın ilk kimyageri olduğu da söylenir. Çiçek, yağ ve hazanbel ile yer bademi, mür ve balsam kullanmıştır. Tapputi’den sonra esans çıkarma işlemleri bir sistematiğe oturmaya başlar ve insanlar yeni yeni kokular keşfeder.
İlk zamanlarda Doğu medeniyeti kokularda daha çok öne çıkar. Özellikle Çin ve Hint diyarları gibi Doğu ve Güney Asya memleketlerinde tütsüler çokça kullanılarak şahısların değil de genel olarak hanelerin hoş kokması sağlanır. Antik dönemlerde de Mısır ve Yunan medeniyetlerinde çiçek kokuları çokça kullanılır. Ancak miladın başlarından itibaren Orta Doğu kültürü kokuların bir anda yükselişe geçmesine sahne olur. Üstelik bu kokular diğer medeniyetlerin kullandığı çiçek kokularının aksine çok farklı hammaddelerden de üretilmektedir. Özellikle misk ve amber bu farklı kokulardan en bilinenleridir. Misk kokusu, Moschus moschiferus adındaki boynuzsuz, iki adet sivri dişi olan oldukça nadir bir geyik türünden elde edilir. Bu geyiğin sadece erkek üyelerinde, testislerinin biraz yukarısında bir kese bulunur. Bu kesenin içinde biriken muskon maddesi misk kokusunun ana maddesidir. Aslında erkek geyik bu maddeyi dişisine çiftleşme sinyalleri vermek için kullanır. Kendisini üremeye hazır hisseden erkeğin salgıladığı hormonlar sayesinde bu kesede biriken muskon maddesi geyiğin idrarına karışır ve idrar kokusundaki kokuyu algılayan dişi erkeğin çiftleşmek için hazır olduğunu anlar. Ancak bu muskon maddesinin misk kesesinden alınabilmesi için geyiğin öldürülmesi gerekmektedir ve bu hayvanların nesli neredeyse tehlike altındadır. Bu yüzden birkaç yüzyıldır bu geyiklerin avlanması yasak olsa da misk kokusu sentetik olarak hâlâ üretilebilmekte ve kullanılmaktadır.
Bu zorlu süreçlerle elde edilen misk kokusu ve daha nice kadim kokuların nasıl koktuğunu merak ediyor ve kendiniz için de bu kokulardan edinmek istiyorsanız aynı zamanda bu videonun sponsoru da olan Kadim Kokular sayfasıyla iletişime geçebilirsiniz, sizler için linkini açıklama kısmına ve kartlara ekledik.
Biz diğer kadim kokulardan videomuza devam edelim, mesela amber kokusuyla. Bu kokunun hammaddesi ilginç çünkü hâlâ ne olduğu tam olarak anlaşılabilmiş değil. Amber; deniz yüzeyinden toplanan, bazen misket büyüklüğünde parçalar şeklinde bazense yüzlerce kiloluk kütleler halinde bulunan değişik bir maddedir. Eski insanlar bu maddenin ya denizin dibinden kaynayan ve sudan hafif olduğu için yüze çıkarak donan yağlı bir madde olduğunu ya bir deniz hayvanının kusmuk veya dışkısı olduğunu ya denizlerin uzak kıyılarında yetişen bir bitkinin reçinesi olduğunu ya da bazı Çinhindi adalarındaki arıların yaptığı balın şiddetli yağmurlarla denize sürüklenip erimesi sonunda geriye kalan mum olduğunu düşünmüştür. Ancak bugün biliyoruz ki amber maddesi, ispermeçet balinalarının bağırsaklarında oluşan bir sindirim atığıdır. Fakat tüm balinalarda doğal yollarla her daim üretilen bir madde midir yoksa bir hastalık sonucu mu balinaların dışkısında oluşur bilinmez.
Oud ve Sandal kokuları ise isimlerini çıkarıldıkları ağaçlardan alırlar. Bu iki ağaç diğer ağaçların aksine sadece çiçeklerinde değil aynı zamanda dallarının içindeki liflerin arasında da hoş bir koku barındırır ve kadim kültürde bu kokulara çokça talep bulunur. Bu kokuların üretimi de hiç kolay değildir. Örneğin bir kilo gül yağı elde edebilmek için tonlarca gül yaprağı kullanmanız gerekir. Tabii Sanayi Devrimi’nden sonra yavaş yavaş bu kokuların da sentetikleri üretilebilmeye başladı ve bu zahmetli süreçler bir nebze de olsa ortadan kalktı.
Bu kokular Türk toplumunca benimsendiği gibi Osmanlı’da saray hayatında da geniş bir yer kaplardı. Bazı padişah ve sultanların özellikle kullandıkları kendilerine ait formülleri olurdu. Mesela Fatih Sultan Mehmet paçuli, sedir ve sandal ağacı, tarçın, kehribar, gül, menekşe ve frezya gibi kokular kullanmaktaydı. Yavuz Sultan Selim’in kullandığı koku misk, kehribar, vanilya, kakaodan oluşuyordu. Kanuni Sultan Süleyman ise amber, sandal ağacı, misk ve vanilyadan oluşan bir koku kullanırdı. Kokular arasında en dikkat çekeni ise 2. Abdülhamid’in Cuma selamlığına gitmeden önce kullandığıydı. Abdülhamid Han’ın, ud ve gülden oluşan Cuma selamlığı kokusu bugün hâlâ insanlar tarafından kullanılan bir karışım. Hürrem Sultan, esansı en güçlü olan çiçeklerin kokularını kullanırdı. Kullandığı esansın içinde portakal çiçeği, karanfil, orkide, frezya, misk, gül ve nilüfer bulunurdu. Hatice Sultan, Hürrem Sultan’ın aksine daha hafif kokular tercih ediyordu. Sultan, esansında bergamot, hanımeli, yasemin, gülhatmi, vişne, vanilya, zencefil, böğürtlen ve çikolata gibi birçok farklı karışımı kullanıyordu. Ayrıca kokuların da bir karakteristiği vardı ve kendisini tercih eden kullanıcısının ruhunu yansıtırdı. Örneğin sedir ve sandal ağacı koku uzmanlarınca otoriter ve liderliği simgeliyordu. Bunların daha tatlı ve baharatlı bir kokusu vardı. Ve bakıldığında bu kokuları Fatih ve Kanuni kullanmıştı. Daha otoriter bir sultan olan Hürrem Sultan’ın da kokulardaki tercihi güçlü olan kokulardan yanaydı. Nahif bir kadın olan Hatice Sultan’ın ise tercihi daha hafif kokulardan yana olmuştur.
Osmanlı saraylarında olduğu gibi Türk toplumu da uzun süre bu kokuları kullanmasına rağmen günümüzde Batı Avrupa kökenli kokular ve parfümler daha yaygın. Peki, bu değişim nasıl gerçekleşti? Türk toplumu uzun yıllar Doğu’ya ait kokular kullanırken ne oldu da Batı’ya ait kokuları benimsemeye başladı? Bunda elbette Lale Devri’yle beraber başlayan Batı’ya ilginin artışı büyük rol oynuyor. Şimdi tabii ki bazılarınız soracaktır kokunun Doğu’su Batı’sı mı olur diye. Ufak bilgilerle sizleri aydınlatmaya çalışalım.
Öncelikle bu kokuları nasıl algılayabildiğimizle işe başlamak gerekiyor. Bizim herhangi bir kokuyu algılayabilmemiz için kokusunu alacağımız maddeye ait zerreciklerin bir şekilde burnumuza kadar ulaşması gerekmektedir. Evet, -affınıza sığınarak söylüyoruz- buna dışkı da dâhildir. Bu yüzden bu kokuları algılayabilmemiz için esanslara ait zerreciklerin havaya karışarak burnumuza ulaştırılması lazım gelir. Bunu sağlamak içinse koku özü, oda sıcaklığında uçucu birtakım maddelerle karıştırılır. Bu sayede uçucu madde buharlaşırken kokudan ufak bir miktarını da havaya yayar. Böylece biz bu kokuyu algılayabiliriz.
Doğu ve Batı kültürlerindeki kokularda da genel olarak bu uçucu maddeler farklılık gösterir. Tabii kullanılan kokuların çeşitleri de birbirinden farklıdır ve farklı yöntemler kullanılarak üretilirler. Doğu kültüründe uçucu madde olarak uçucu yağlar daha çok kullanılırken Batı kültüründe uçucu madde olarak etil alkol ve türevleri tercih edilir. Kolonya ve parfümün Batı kültürüne ait kokular olduğu pek çok kişi tarafından bilinir ancak ikisinin farkını tam olarak bilen çok az insan vardır. Şayet bir koku ürününün aroma miktarı %25’lere kadar ulaşıyorsa parfüm, %5 civarlarındaysa kolonya olarak adlandırılır. Parfümde kalıcı bir koku hedeflenirken, kolonyada kokunun kalıcı olması çok da şart değildir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Türk toplumunda Batı’ya olan ilginin artmasıyla beraber bu yöneliş gücünü kokularda da göstermiştir. Aslında buna başka bir videomuzda başka bir olgu üzerinden de değinmiştik. “Farklı Medeniyetler Işığında Türk Mimarisinin Tarihsel Serüveni” başlıklı videomuzu da izleyerek Batı’ya yönelişin mimaride nasıl bir kırılma etkisi yaşattığını da gözlemleyebilirsiniz. Tabii bu durum bir anda olmadı. İlk başta her yeni şeye olduğu gibi Batı menşeili kokulara da Türk toplumu tarafından karşı çıkıldı. Ancak toplum gerek Batılı parfüm tüccarlarının pazarlamalarıyla gerekse toplumun diğer üyelerinin bu kokuları kullanmaya başladığını görmesiyle Batı menşeili kokuları benimsedi. Hatta öyle ki Batı kültürüne ait bir koku olan kolonyayı, kendi kültürüyle harmanlayarak misafirlere ikram edilen bir şey haline getirdi Türk toplumu.
İşte farklı medeniyet yönelimleri koku alışkanlıklarını bile bu kadar etkileyebiliyordu. Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.
0 Yorum