Okuduğumuz kitaplara kolaylıkla ulaşabiliyorsak bunun en büyük sebebi hiç şüphesiz matbaadır. Her bir kitap çoğaltılacağında teker teker elle yazı kopya edilecekken matbaa bu işi makineleştirmiş ve seri kitap çoğaltımını sağlamıştır. Peki, bu icat geçmişten günümüze ne gibi olaylar yaşadı ve nasıl gelişti? Gelin matbaanın serüvenine doğru bir yolculuğa çıkalım.
Baskı kalıpları kullanılarak yazının bir kâğıda aktarılmasıyla ilgili bilgiler ilk defa Çin kaynaklarında geçer tarihte. Çin’de 593 yılında bu baskı yöntemi bir düzeneğe aktarılarak matbaa denilen icat çıkar ortaya. Uygurların Maniheizm dinine geçmeleri ve Çin etki alanına girmeleriyle beraber matbaacılık faaliyetleri burada da başlar. Kutsal kitaplar Uygur alfabesine çevrilerek bu matbaalarda basılır ve önemli merkezlerde tutulur. Bu süre zarfında matbaanın kullanım alanı Doğu Asya ile sınırlı kalır. Ancak baskı teknikleri daha pek çok yerde önceden beri kullanılmaktadır. 5. yüzyıla baktığımızda baskı yönteminin ilk olarak kumaşlara yapıldığı görülür. Matbaaya benzer bir teknikle Mısır’da ağaçtan oyma kalıplarla kumaşa baskı yapıldığı pek çok kaynakta belirtilir. Çinliler sadece bu basım tekniğinin yazıda kullanılabileceğini ve kitap çoğaltma işleminin kolaylaşabileceğini fark eder.
751 yılındaki Talas Savaşında Çinliler ve Araplar karşı karşıya gelir. Çin önlerine kadar giden Araplar sadece savaşı kazanmakla kalmaz aynı zamanda Çinlilerle kültürel etkileşimde bulunur. Bu kültürel etkileşimde Araplar pusula, kâğıt, barut ve daha pek çok Çin buluşunun tekniklerini öğrenir. Öğrendikleri bu teknikler arasında matbaa da vardır. Araplar matbaayı kullanır ancak tam olarak sistematikleştirdikleri söylenemez. Tek tük baskılar yapılır bu şekilde. Nasıl ki Talas Savaşıyla Araplar Çinlilerden matbaayı öğrendiyse, aynı şekilde Avrupalılar da Haçlı Seferleri sayesinde matbaayı öğrenir Araplardan. Bir süreye kadar onlar da matbaa tekniğini değiştirmez. Bu sürede harf kalıpları yapılmakta, belli bir sıraya dizilmekte, daha sonra bu diziler mürekkebe batırıldıktan sonra kâğıda baskılanmaktadır. Evet, belki elle yazmaktan hızlı olabilir ama hâlâ fikirlerin kolayca yayılmasını sağlayacak kadar hızlı değildir bu teknik.
Aradan yüzyıllar geçer. 1450 yılında Johannes Gutenberg hareketli parçalarla yazı baskısı yapabilen bir matbaa makinesi icat eder. Johannes Gutenberg, zamanın kredi vereni Johann Fust’dan aldığı krediyle, basımevi kurmuş ve matbaa devrimini başlatmıştır. İlk olarak İncil’in basımı yapılmış ve gayet uygun fiyatlarla satılma başlanmıştır. Kısa süre çok fazla talep gören bu yeni matbaa tekniği, tüm Avrupa ülkelerine hızla yayılmıştır. Bu teknik “tipo” olarak isimlendirilmiş ve ekonomik anlamda büyük kazançlar getirmiştir. Johannes Gutenberg dünyada modern matbaacılığın babası olarak kabul edilir. Gutenberg’ün bu başarısı aydınlanma dönemine katkıda bulunmuş, bu dönem düşünürlerinin eserleri kolayca halka ulaşmıştır.
Bu modern matbaacılık tekniği İbrahim Müteferrika’nın çalışmalarıyla Osmanlı İmparatorluğuna da ulaşır. 1727 yılında Darü’t-Tıbâati’l Amire isimli ilk matbaanın kurulmasıyla ilk modern matbaa çıkışlı eserler basılmaya başlanır. Ancak o zaman bir şart vardır. Dini kitapların basılması yasaktır. Onlar elle çoğaltılmalıdır. O zamanlarda hem bu dini kitapları çoğaltarak geçimini sağlayan insanların işsiz kalması gibi bir problem vardı, hem de halk dini bir kitabın üzerine kilolarca yükün bastırılmasının kitaba saygısızlık olacağını düşünüyordu. Bu yüzden Gutenberg’ün matbaasının aksine ilk basılan eser bir din kitabı değil, Lugat-i Vankulu isimli bir sözlüktü. Daha sonraları yavaş yavaş dini hassasiyetlerle ilgili çözümler bulunmuş ve her türlü kitabın basılmasına müsaade edilmeye başlanmıştı.
Matbaacılık sektörünün bu denli gelişmesi yeni bir yazı türü de oraya çıkarmıştı: gazeteler. Artık haberler kulaktan kulağa yayılmayacaktı. Bu sayede işi tamamen haber toplamak olan yeni bir meslek grubu da ortaya çıkmış oldu. İnsanlar günlük ya da haftalık çıkan bu gazeteleri alıp olaylardan kolayca haberdar olabiliyordu. Bu sırada matbaacılıkta büyük çaplı değişiklikler oldu. Baskıyı yapacak levha motor ve pistonlara bağlanarak bir otomasyon sistemi inşa edildi. Artık kalıp yapıldıktan sonra motor çalıştırılıyor ve hiçbir uğraş gerektirmeden yüzlerce ve hatta binlerce baskı işlemi gerçekleştirilebiliyordu. Bu tabii ki en çok gazetecilik sektörünün işine yaradı. Birkaç saat içinde bütün şehrin okuyacağı gazeteler baskıdan çıkabiliyordu.
Dijitalleşme çağına geçilmesiyle beraber matbaacılık çok daha hızlı bir yol kat etti. Artık kalıpların elde yapılmasına gerek kalmamıştı. Yazılacak metin önce bilgisayara yükleniyor, sonra bilgisayar da bu komutu algılayarak metal levhalardan kalıp oluşturuyordu. Üstelik tahta kalıptan metal levhaya geçilmesi de yazının okunaklığını artırmış daha keskin hatlı harfler kullanabilme şansı vermişti. İşte elimizdeki kitaplara kolayca ulaşabilmemizi sağlayan matbaaların serüveni buydu. Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.
0 Yorum