Herkese merhaba arkadaşlar bugün sizlerle osmanlının son dönemine yetenek ve besteleriyle damga vurmuş olan birinden yani İsmail Hakkı Bey’i konu alacağım. Bildiğiniz üzere payitahtta Sultan abdülhamid Hana manevi yoldaş ve kardeş olmuş olan bu şahı bkalım gerçekte nasıl bir hayata sahipmiş gelin hep birlikte öğrenelim
İsmail Hakkı Bey, 1865 yılında İstanbul’un Balat semtindeki Mollaaşkı mahallesinde doğdu. İlk okulu okuduktan sonra bir örücü olan İbrahim Ağa ‘nın yanında çırak olarak çalışıyordu. Bu esnada işyerine yakın camilere gidip dini vazifesini aksatmıyordu. Hatta öyleki bu camilerde ezanları dahi o okumaya başlamıştı. Çünkü sesinin güzelliği aşikar bir şekilde anlaşılabiliyordu. Bir gün birisi İsmail Hakkı’nın müezzinliğini yaptığı camilerden birinde namaza geldi. Gelen kişi bir çok musıkişinasımızın hayatında olduğu gibi, bu güzel sesi duyan yüksek dereceli bir saray görevlisiydi. Hatta Öyleki bu kimsenin sarayın müezzini olduğu dahi söylenir. Bu şahıs bu sesi duyduktan sonra küçük İsmail Hakkı’yı Mızıka-i Humayun’a alınması için aracı olur. Tam manasıyla işlevini 1909’larda yitiren Enderun mektebleri O zamanlar haliyle daha kapanmamış bir müesseseydi. Buraya en verimli yaşlarınla giren küçük İsmail Hakkı buraya çabuk adapte olmuş ve geleneksel öğretim ölçüleri içinde Suyolcu Latif Ağa’dan musıki öğrenerek birçok fasılı kısa zamanda geçmiştir. Bir taraftan da Mızıka-i Humayun hocalarından Batı Musıkisi ve Batı notası öğrenip kendisini dahada geliştirmiştir.
O zamanki Enderun musıkişinaslarının hemen hemen hepsi Hamparsum notası bildiğinden İsmail Hakkı’da bu notayı kolayca öğrendi.
Hamparsum nota sistemini 19. yüzyıl başlarında, III. Sultan Selim’in isteği ve desteği ile Ermeni asıllı büyük müzisyen Hamparsum Limonciyan tarafından geliştirilmiştir. Gerek Türk mûsikisinde gerek Gregoryan kilisesi dini musikisinde kullanılan Hamparsum notası, iki yüzyıl boyunca binlerce eserin kaybolmasını önleyerek mûsiki dünyasına paha biçilmez bir hizmet vermiştir. Tabi bu videoda anlatılan şahıs müzik ile uğraştığından bu gibi tabirler zaman zaman geçecek. Bu yüzden videoyu sabırla dinlemenizi tavsiye ediyor ve videoya devam ediyorum.
Yorulmak bilmez bir çalışma ve öğrenme gayreti içinde sanatını geliştiren İsmail Hakkı kısa zamanda “Sersazende”liğe terfi ettirildi. Daha sonra “Kolağası” rütbesi ile küçüklüğünden beridir zevkle yaptığı müezzinlik makamının başına geçirilip müezzinbaşı oldu.
Tabi İsmail Hakkı Bey bunlarla yetinmedi. Zaten artık iyi bir bestekar olmuştu. Bu kazandığı tecrübelerini diğer insanlara da aktarmak istediğinden çeşitli müzik grupları kurdu ve haliyle birçok sayıda talebe yetiştirdiğinden dolayı “Muallim” sıfatını aldı ve artık öyle anılmaya başlandı.
Eserleri arasında Fikrimin ince gülü halkımız arasında en meşurlarındandır. Bunu ise ilk olarak Sultan 2. Abdülhamid Hân’ın dinlediği söylenir.
İsmail Hakkı Bey siyasetten uzak bir yaşam sürdüğünden dolayı, gelişen 2. meşrutiyet, 31 mart vakası, 1. cihan harbi gibi durumlardan kendisi pek etkilenmeyip, sanatını icra etmiş ve bunu dahada geliştirmeye devam etmiştir.
Beyazıt ‘ın arka taraflarındaki Koksa ‘da bulunan Şeyh Şamil Efendi Konağı’nda faaliyet gösteren “Musiki-i Osmani Mektebi” ni İsmail Hakkı Bey kurmuştur. Bu okulda kadın-erkek ayırımı yapmadan ders veriliyordu ve öğrenciler halka açık konserlere hazırlanıyordı. 12 Aralık 1919 günü bu talebeleriyle birlikte Beyazıt ‘ta bir konser verdi.
Konserde kadınlarla erkeklerin beraberce sahneye çıkması zamanın Şeyhülislamı Haydarizade İbrahim Efendi ‘yi kızdırmış ve Şeyhülislam’ın ‘‘din elden gidiyor” diye feryad etmesine sebep olmuştur.
Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi ‘nin bu faaliyeti yarım kalmamış ve işi resmiyete döküp dahiliye nezaretinin yani bugünkü İçişleri Bakanlığı ‘nın desteğini almıştı. İçişleri Bakanlığına yazdığı yazıda o zamanın bayan hanende ve sazendeleri olan, kemani Kevser, hanende Zehra, tamburi Şerife ve udi İrfan hanımları erkeklerle meşk ederek İslami ahlaka aykırı davrandıkları diye yaygara yaparak şikayet etti. Dâhiliye Nezareti, Şeyhülislam ‘ın şikâyetini hemen dikkate aldı ve 24 Aralık günü konserlerin yapılmasını, gazetelerde haber olmasını yasakladı. Zaten bu yıllar ülkede Kurtuluş Savaşının verildiği yıllardı.
Bu olanlardan seneler sonra 9 Aralık 1926 yılında önceleri Darülelhan adı altında açılan, sonra İstanbul Belediye Konservatuarı adını alan öğretim kurumunda “Tertip ve Tasnif Heyeti” üyeliğini Ahmet Irsoy ve Rauf Yekta Bey ‘le birlikte yürüttüler.
Tüm bunlarla beraber Muallim İsmail Hakkı Bey hayatında “Fasıl Şefliği”de yapmıştır. Çok güçlü nota bilgisi olduğundan ayrıca “Solfej Muallimliği” görevini de üstlenmiştir.
Bunların yanısıra soyadı Kanunundan sonra “Aksoy” soyadını alan İsmail Hakkı Bey hayatında tek evlilik yapmıştır. En büyük oğlu Ahmet Saim Aksoy sporculuk yaparken, Ziver, Ahmet, Zeki ve Sait Aksoy hanendelik, sazendelik ve bestekârlık yaptılar.
30 Aralık 1927 tarihine gelindiğinde ise Darülhan ‘daki görevinden Bebek ‘teki evine giderken tramvayda kalp krizi geçirerek yaşamını noktaladı. Eğrikapı ‘daki aile mezarlığına defnedildi
62 yaşında yaşamını yitiren İsmail Hakkı Bey, “Mahur-Han” makamının mucididir. 6 operet, 15 peşrev, 21 saz semaisi, 5 Kâr, 1 Kâr-ı Nâtık, 1 Methal, 10 Dinî Eser, 8 oyun havası, 17 Zeybek, 2 longa, 30 Beste, 26 Ağır Semai ve Aksak semai, 3 sengin semai, 36 yürük semai, 320 şarkı musiki repertuarını ondan sonra gelenlere hediye etti. İlginçtir ki İsmail Hakkı Bey Türk Musikisi’nin dışına çıkarak Yahudilerin vermiş olduğu İbranîce güfteler üzerine, Sinagog ve Havra’larda okunması için dahi eserler bestelemiştir. Kendi el yazısıyla yazmış olduğu bütün eserleri TRT Müzik Dairesi arşivinde bulunmaktadır.
Bunlara ilaveten ilgilileri için ise Nazarî olarak; Solfej veya Nota Dersleri (1919), Usûlat, Solfej, Makamat ve ilaveli Nota Dersleri, Mahzen-i Esrar-ı Musiki yahut Teganniyat-ı Osmanî (1897) eserleri ile gelecek kuşakların musiki bilgilerini gelişmesinde önemli ışık olmuştur.
İsmail Hakkı Bey fasıllarda makam sayısını sınırlı tutmamış Şehnaz ve Bûselik makamlarından başlayarak sırası ile Hisar, Nişaburek, Mahűr, Yegâh, Acem Kürdî, Ferahfeza, Neveser, Evcârâ, Tarz-ı Nevin gibi makamlarını dinleyiciye tanıtırdı. Az kullanılan Muhayyer Sünbüle, Pençgâh, Kürdî, Gerdaniye, Rahatülervah, Zâvil, Nikriz, Acem gibi makamlardan da örnekler vererek makam zenginliğinde bulunmuştur ve böylelikle unutulmaya yüz tutmuş olan makamları tekrar gündeme getirmiştir. Şehzadebaşı ‘ında Yeni Ferah Tiyatrosu ‘daki “İstanbul Opereti” nin orkestrasını bizzat kendisi yönetmiştir.
Yine o dönemlerde “İncesaz” takımlarında çalan ve söyleyenlerin sayısı pek fazla olmazdı. Bu alışkanlığın da dışına çıkarak otuz-kırk kişilik saz ve ses topluluğu ile konser vermenin ilk örneğini de İsmail Hakkı Bey vermiştir. Bu konserlerde Sanatkârlar aynı tip elbise giyer, ses sanatkârları ayakta dururlar böylelikle dinleyiciler üzerinde iyi bir etki bırakırdı.
Bunları tatbik ederek Program düzenleme ile ilgili kuralları bu sayede yönetmeliğe bağlamış oldu. Ancak bu tür konserlerde şimdiki gibi bir yöntem uygulamaz, ses ve saz sanatkârlarını yarım daire şeklinde dizer, heyetin tam ortasına elinde def’i olduğu halde kendisi oturur, toplu programlardaki geleneksel icra şeklini uygular ve her iki tarafı kontrol altında tutardı.
Münir Mazhar Kamsoy’un verdiği bilgilere göre, Ziya Bey Darülelhan’da bugünkü gibi fasıl yönettiği halde, İsmail Hakkı Bey’in kendi tarzındaki fasılları yönetmesine izin verilmişti.
İsmail Hakkı Bey, “Türk Musikisinde Son Osmanlılar” ın eğitimi itibariyle “Saray” kökenli bir üyesidir. Osmanlı döneminde yetişmiş Meşrutiyet dönemini yaşamış çok az bir sürede olsa Cumhuriyet döneminde de musikiye hizmet vermiştir. Osmanlının Musiki geleneğini Cumhuriyete geçişte iyi bir şekilde taşıyan bu değerli insanı saygı ve rahmetle anıyoruz. Allâhu Te’âlâ hayattayken yapmış olduğu hataları affetsin..
Kaynakça
Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi…….Yılmaz Öztuna
Türk Mûsikîsi Tarihi……Dr. Nazmi ÖZALP
www.turkmusikisi.com…….Tahir AYDOĞDU
Hürriyet gazetesi 4. Ocak. 2004…….Murat BARDAKÇI