Neden Dokunulmazdı: SR-71 Blackbird Serüveni


Soğuk Savaş’ın ortasında,…, bir Mig-25 Sovyet sınırı boyunca bir tehdidi durdurmak için yarışıyor. O, o ana kadar yapılmış en hızlı önleyici, interseptör ve motorlarını gerçekten zorlarsa, inanılmaz bir hıza, Mach 3.2’ye ulaşabilir. Ama saatte yaklaşık 3500 km ile gitmesi yeterli değil. Çünkü def etmeye çalıştığı bu tehdit herhangi bir interceptörden ve füzeden daha hızlı gidebilir ve daha yükseğe tırmanabilir.

Soğuk savaş, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve Sovyetler Birliği’ni küresel etki ve kontrol mücadelesine odakladı. Her iki taraf da askeri teknolojilere büyük kaynaklar aktardı. Ancak üstünlük elde etmek, rakibinin bir sonraki hamlesini bilmek demektir.

1950’lerde Sovyetler Birliği’nin derinliklerindeki tesisler hakkında çok az şey biliniyordu. Sovyetlerin geniş radar istasyon ağı, havadan havaya füze bataryaları ve interseptör hava üsleri Amerikalıları uzak tuttu.

Ta ki 1956’ya, U-2 casus uçakları Sovyetler Birliği üzerinde uçmaya başlamasına kadar. Ne hızlı ne de gizli olan U-2’lerin onları koruyan kritik bir avantajı vardı. 70.000 feet yükseklikte Sovyet hava savunmasının üzerinden uçabiliyorlardı.

Sovyet radarlarının U-2’yi bu kadar yüksek irtifalarda tespit edemediğine Başkan Eisenhower bile ikna edildi. Daha sonra ortaya çıktığı gibi Sovyetler ilk günden beri U-2’yi izlemişti, radarları U2’leri görüyordu ve bir tanesini vurabilmeleri sadece bir zaman meselesiydi. U-2 gözetim görevlerine başlamadan önce bile, bu uçakları değiştirmek için planlar zaten vardı. Çünkü Sovyet hava sahası üzerindeki gerçek dokunulmazlığın inanılmaz hız, irtifa ve gizliliğin bir kombinasyonu olduğu açıktı. Bu da Amerikalıları oldukça radikal casus uçak konseptlerini keşfetmeye yönlendirdi.

1959’da CIA, yeni nesil casus uçağı geliştirmek için Lockheed’i seçti. Bu arada U-2, Sovyetler Birliği üzerinde uçmaya devam etti.

Fakat bu çok uzun sürmedi, çünkü 1960 ilkbaharında, bir Sovyet havadan havaya füzesi nihayet bir tanesini indirmeyi başardı. Yakalanan pilot ve uçağın enkazı batı ülkelerinin saldırganlığının kanıtı olarak Sovyetler Birliğinde geçit törenlerinde kullanıldı.

Gerginlikler arttıkça, Amerika Birleşik Devletleri artık U-2’nin yerini dolduracak bir uçağa her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyordu ve Lockheed’in geliştirdiği şey, şimdiye kadar yapılmış olan herhangi bir uçaktan farklıydı. İlk uçuşundan yaklaşık 60 yıl sonra bu uçak hala şimdiye kadar uçmuş en hızlı hava soluyan jet olmaya devam ediyor.

Lockheed’in çok gizli casus uçağı A-12 başlangıçta CIA tarafından keşif için kullanıldı, insansız bir keşif uçağı olabilecek bir varyantın yanı sıra havadan havaya füzelerle donatılmış bir interseptör prototipi olarak da geliştirildi. Ancak onlarca yıl hizmet edecek olan varyant Hava Kuvvetleri için geliştiriliş SR-71 Blackbird’dü, diğer varyantlar hızla emekliye ayrıldı. Blackbird, Mach 3.2’de uzayın hemen yakınında gezebilir ve bunu saatlerce yapabilirdi. Bunu başarmak için Lockheed mühendisleri hemen hemen her şeyi sıfırdan icat etmek zorunda kaldılar.

Bu inanılmaz hızları sürdürülebilir kılmak için SR-71 ve A-12 gibi öncülleri turboramjetler olarak tanımlanan motorlar kullanıldı.

2 mach’ın altında, geleneksel afterburner jet motorları gibi işlev gördüler. Ancak bunun üstünde, motorun etrafında ve doğrudan afterburner’a hava aktaracak şekilde ayarlanmış bir giriş konisi sayesinde daha çok ramjetler gibi davrandılar.

Mach 3.2’de SR-71’in dış kısmı, uçak alüminyumunu kullanılmış olsaydı  onu yumuşatacak kadar sıcak olan 260 derece celcius seviyesinin üzerine ısınacaktı. Lockheed mühendisleri uçağın yüzde 92’si için titanyum kullandılar ve 1960’larda bu tamamen yeni üretim teknolojilerinin icat edilmesini gerektirdi. Olağandışı şekli, UFO meraklılarını ürkütmekten daha fazlasını yaptı, SR-71’e Blackbird/karakuş adını kazandıran özel siyah boyası gibi radar imzasını azaltmaya yardımcı oldu. A-12 ve SR-71 ilk olarak Kuzey Kore ve Vietnam üzerinden konuşlandırıldı 800’den fazla yerden havaya füze tarafından başarısızlıkla hedeflendiler. Ancak casus uçağı asla Sovyet hava sahasına uçmadı. En azından resmi olarak değil, çünkü Sovyetler Birliği üzerinde bir başka uçak vurulması felaket olurdu. Bunun yerine, SR-71, güçlü yan açılı radarını ve kameralarını kullanarak sınırlarında uçtu, yüzlerce kilometre Sovyet topraklarında istihbarat topladı. BU Sovyetleri çaresiz hissettirdi. 1976’da Viktor Belenko, Mig-25’i ile Sovyetler Birliği’nden batıya kaçtı. Karakuşları önlemeye ve avlamaya çalışmanın hayal kırıklığını anlattı.

MiG 25’ler Mach 3 yeteneğine sahipti, ancak sadece birkaç dakika boyunca. Karakuş gibi saatlerce değil. Ayrıca SR-71’in inanılmaz yüksekliğine ulaşamıyorlardı. Mig 25’lerin taşıdıkları muazzam R40 füzeleri, SR-71’i vurmak için gereken güdümden yoksundu. Yıllarca, Karakuşlar  pratikte dokunulmazlardı. Fizik kanunları onları koruyordu.

Herhangi bir tehtidi ondan daha hızlı uçarak ve daha yükseğe tırmanarak def edebiliyorlardı. 1980’lerde Mig-31’ler, gelişmiş radarları ve uzun menzilli R33 füzeleri ile donatılmış olarak gökyüzünde yerlerini almışlardı. Bunun yanında Sovyetlerin yeni nesil karadan-havaya savunma sistemleri ciddi bir tehdit unsuru oluşturuyordu. Ancak Karakuş için en büyük tehdit düşman füzesi veya jeti değildi. Hiçbir karakuş görev esnasında kaybedilmedi, ancak 50 karakuşun üçte birinden fazlası kazalarda imha oldu. İşletilmesi de son derece pahalıydı. Her biri Amerika’nın savunma bütçesinden yılda 300 milyon dolar civarında bir miktar gerektiriyordu. Buna ek olarak özel hava yakıt ikmal filosu ve bir ordu boyutunda destek ve bakım personeli gerekiyordu. Casus uydular, insansız hava araçları ve SR 71’in gözetim verilerini gerçek zamanlı olarak verememesi, karakuşun bazı faydalarını azalttı. Buna ek olarak Sovyetlerin zayıflaması ile birlikte 1980’lerin sonlarında, SR-71’in günleri sayılıydı. 1998’de resmen emekli oldular ve ikisi test için NASA’ya gönderildi.

A-12 ve SR-71’in arkasındaki teknoloji elli yaşın üzerinde.

34 sene süren 3551 görev, ona isabet edememiş 1000den fazla füze.

Bu inanılmaz uçaklar bize geçmişle ilgili değil gelecekle ilgili fısıldıyorlar esasında. Havacılık tarihinde diğerlerinden farklı olarak sadece hız, mühendislik, veya şekil olarak değil bize bir duyguyla hitap ediyorlar.

Tek gökyüzünün mavi olmadığını değil esasında kalbimizin de bir gökyüzü olduğunu gösterdiler.

Ad astra per aspera, Zorluklardan yıldızlara, ve gökyüzlerine;

Exit mobile version