SİYONİZM İTTİFAKLAR YOLUYLA NASIL HAYATA GEÇİRİLDİ? | MESELE


Yüzyıllar boyunca dünyanın çeşitli coğrafyalarında sürgünde olan Yahudiler nasıl son yüzyılda Filistin’e yerleşebildiler? İlk defa 19. Yüzyılda ortaya çıkan Siyonizm ideolojisi kimler tarafından hayata geçirildi? Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin’deki hakimiyeti sona erdikten sonra bölgede nasıl bir strateji uygulandı? Gelin videonun devamında hep beraber öğrenelim.

(intro)

Daha önce yayınladığımız Siyonizm’in tarihi isimli videomuzda Siyonizm ideolojisinin gelişimini ve temelinde yatan gerçekleri konu almıştık. Bu videoda ise Siyonizm ideolojisinin ittifaklar yoluyla nasıl hayata geçirildiği ve günümüzdeki duruma ulaştığını ve Siyonistlerin siyasi planının sonucu olarak ortaya çıkmış İsrail’in kurulmadan önceki temellerin hangi fikirler üzerine kurulduğunu açıklamaya çalışacağız.

Siyonizm esasında iki temel gerçekten kaynaklanan Yahudi sorununa cevap niteliği taşımaktaydı. Bunlardan ilki Yahudilerin dünyanın pek çok yerine dağılmış olmaları, diğeri ise Yahudilerin yaşamakta oldukları ülkelerde azınlık olarak var olmalarıydı.

Yani Yahudiler her yerdeydi, fakat azınlıklardı. Bu durumun en büyük avantajı ticaretin gelişmesine olanak sağlayacak bir iletişim ağı oluşturmaları olmuştur. Yani İskandinav ülkelerinin birinden bir balık tüccarı olan Yahudi tacir Mısır İskenderiye limanına rahatça ürünlerini indirebiliyordu. Çünkü orda o ürünleri bekleyecek bir Yahudi muhakkak bulunuyordu. Yahudilerin zengin olmasının sebeplerinden biri de Orta Çağ Avrupa’sında ticaretin 2. sınıf vatandaşların yaptığı bir iş olarak görülmesinden kaynaklanıyordu. Yani azınlıkların yapacağı bir iş olarak görülüyordu. Asıl vatandaşlar bu işlerle uğraşmıyorlardı. Böylece ticarette söz sahibi olabilmişlerdi.

Dezavantajlarına gelince tahmin edebileceğiniz şekilde azınlıkların ezilmesi. 19. yüzyıl Avrupa’sında birbirine paralel ve bağıntılı olarak yükselişe geçen antisemitizm ve milliyetçilik hareketleri Holokost ve başka ırkçı olaylara yol açmıştı. Ve İsrail’in köklerini oluşturan bu akımlar günümüzde İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımdan dolayı Lahey’deki uluslararası Adalet divanında yargılanmasına yol açacaktı. Dünyanın gözünde mağdur olan halk artık bir soykırım davasıyla suçlanıyordu.

Bu soykırım devletinin kurucusu Thedor Herzl büyük bir kibirle Basel konferansından sonra şu sözleri sarf edebilmiştir:

“Yahudi devletini ben Basel’de kurdum. Eğer bugün bunu yüksek sesle söyleseydim istisnasız herkes bana gülecekti. Belki beş yıl, ama kesin olarak elli yıl içinde herkes bunu öğrenmiş olacak.” Dediği gibi de oldu. 2. Dünya Savaşı’nın bitimiyle kurulan Birleşmiş Milletler’in aldığı ilk kararlardan biri şu an soykırım davasıyla yargılanmakta olan İsrail devletinin Basel konferansından 51 yıl sonra kurulmasını sağlamıştır. Yahudi Devleti’nin yayımlanması Yahudi cemaati arasında kimi taraftar kimi karşıt kimi de mesafeli olmak üzere farklı tepkiler uyandırmıştı. Yani sanıldığından daha dağınık olan bu grup 2. Dünya savaşından sonra ortak paydada buluşabilmişlerdir. En önemli ortak payda ise güvenli bir alana sahip olmaları gerektiğidir.

Basel Kongresi’ni takiben Viyanalı hahamlar Herzl’ın fikirlerinin uygulanabilirliğini incelemek üzere Filistin’e iki temsilci göndermişlerdi. Araştırma heyetindeki bu iki haham, bulgularına ilişkin çektikleri telgrafta şöyle demekteydiler: “Gelin çok güzel, ancak çoktandır başka bir adamla evli.” Başka bir adamdan kasıtları hiç şüphesi o topraklara eşleri gibi bakan Müslümanlardı. Aslında bu telgraf Siyonist hareketin baştan beri uğraşmakta olduğu sorunu net bir biçimde özetlemekteydi: Yaygın olarak kabul gören görüş, birkaç marjinal grup dışında Siyonizm’in Filistin’de yaşamakta olan Müslüman nüfusu görmezden geldiği ve Arap sorunu olarak adlandırılan meseleyi yarattıklarıydı. Bazı eleştirel kesimler de Siyonizm’in Müslüman nüfusu dikkate almamasının Filistin’i vatanları olarak tanımlayan Müslüman ve Yahudi milli hareketleri arasında baş gösteren birbirini anlama yoksunluğunun temelini oluşturduğunu belirtmişti. Siyonizm’in öncülerinin önemli bir bölümünün, umutlarını bağladıkları topraklar hakkında çok az merak duymuş olmaları şaşırtıcı fakat gerçekti. Bir diğer gerçek de Siyonistlerin temel kaygılarının Filistin’deki reel durum yerine Yahudi sorunu ve Yahudilerin Filistin toprakları ile ilişkisiydi. Bu durum elbette Siyonistlerin Filistin’deki Müslüman varlığından habersiz oldukları veya bu nüfusun Siyonist girişime muhalefet etmeyeceğini düşündükleri anlamına gelmiyordu. Arap sorunundan belli belirsiz haberdar olmalarına rağmen, durumun ciddiyetinin farkında değillerdi ve çözümün zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkacağını düşünüyorlardı. Tabii ki de böyle olmadı.

Bunu düşünmelerinin en büyük sebepleri çok güçlü olmaları ve boş arazi diye niteledikleri Filistin’de istedikleri gibi cirit atabilecekleri kibre sahip olmalarıydı. Hayır, orası boş bir arazi değildi ve orada yaşayan bir insan topluluğu vardı.

Herzl’a göre, Batı medeniyetinin temsilcileri olarak Yahudiler Doğu’nun geri kalmış sakinlerince hoş karşılanabilirlerdi. Arap-Yahudi ilişkilerine dair bu olumlu beklentiler en belirgin şekilde Herzl’in 1902 yılında yayımladığı Altneuland (Eski Yeni Ülke) isimli romanda ifade bulmuştu. Romanda yerel halkın sözcüsü olarak resmedilen Râşit Bey, Yahudi yerleşimlerini neredeyse mutlak bir nimet olarak şöyle betimler: “Yahudiler bizleri refaha kavuşturdular, onlara neden kızalım ki? Bizimle kardeşçe yaşıyorlar, onları neden sevmeyelim?” Fakat romandaki bu tablo ütopik bir fantezi veya boş bir hayalden başka bir şey değildi. Yazar, Siyonizm’in Filistin’i Yahudi çoğunlukça yönetilen bir Yahudi anavatanına dönüştürme ülküsüne mukabil kimsenin kendi topraklarını savunacağını düşünmüyordu. Çünkü o güçlüydü seçilmişti ve herkes ona tabii olmak zorundaydı. Tabii ki de öyle olmadı.

Filistin 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir eyalet konumundaydı ve Arap milliyetçiliği burada ancak emekleme dönemindeydi. Ancak yine de Herzl’in yüksek siyaset oyunu oynama tercihi gayet açıktı. Herzl en yoğun çabayı Osmanlı sultanını Filistin’de Yahudi yerleşimi ve Yahudilere ait bir vatan yaratmak konusunda imtiyaz tanımaya ikna etmek için göstermişti. Çocuğu diye nitelenebilecek projesini gerçekleştirmek için pek çok ülke lideri ve nüfuzlu kimse ile de temas kurmuştu. Herzl’in destekçileri arasında papa, İtalya kralı, Alman kayzeri ve Birleşik Krallığın o dönemdeki sömürgeler bakanı Joseph Chamberlain da bulunmaktaydı. Herlz, projesini her bir dinleyicisi için azami surette cazip hale getirerek sunmakta oldukça başarılıydı: Osmanlı sultanına Yahudi sermayesi, kayzere Kudüs’ü Berlin’in ileri karakolu haline getirme sözü, Chamberlain’e ise Yahudi topraklarının zaman içinde Britanya İmparatorluğu’nun kolonisi haline dönüşeceği vaadinde bulunmaktaydı. Argümanları ne olursa olsun Herzl’in temel amacı hiçbir değişikliğe uğramamıştı. Bu da Filistin’i Yahudiler için siyasi bir merkeze dönüştürmek için büyük güçlerin desteğini almaktı.

Siyonist hareket Herzl idaresindeki oluşum aşamasında dahi gelecekte de yitirmeyeceği iki temel özellik içermekteydi: Filistin ulusal varlığının daimî surette reddi ve Ortadoğu dışından küresel bir güç ile ittifak arayışı. Basel’deki Birinci Siyonist Kongre’den itibaren, Filistinlileri devre dışı bırakmak Siyonist siyasette temel eğilim haline gelmişti. Herzl ve takipçilerinin açıkça belirtmedikleri bir varsayımları da Siyonist hareketin amaçlarını yerli halkla uzlaşarak değil, zamanın süper gücü ile ittifak oluşturarak gerçekleştirmekti. Filistin’deki bağımsızlık öncesi Yahudi toplumunun zafiyetleri ve Filistinlilerin gün geçtikçe artan husumeti bir süper güce bel bağlama ihtiyacını Siyonist stratejinin temel öğesi yapmıştı. Ortadoğu’da nüfuzlu süper güç pozisyonu ise 20. yüzyıl süresince pek çok kez el değiştirmişti. Bu süper güç bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu iken, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Büyük Britanya, İkinci Dünya Savaşı’nı takiben de Amerika Birleşik Devletleri olmuştu. Ancak, devletleşme ve devletin tesisi mücadelesinde büyük devletlerin himaye ve desteğini arama saplantısı Siyonizm için değişmez bir faktör olmuştur.

Yani Siyonizm sanıldığı kadar hiçbir kimseye muhtaç olmadan tek başına kurulmadı. Dönemin şartlarına göre ittifaklar yaparak bugüne ulaşabildi. Velhasılıkelam İsrail bugün soykırım davasıyla yargılanıyorsa tek günah keçisi onu göstermek işin kolayı, tabii ki de en büyük suçlu o fakat tek suçlu değil. “Bugün insan haklarına son derece duyarlı olan pek çok ülke Gazze’de yaşanan insanlık soykırımına karşı sessiz kalabiliyorsa bu soykırımda kendi parmakları da olduğu içindir.”

Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.

Exit mobile version