Dönemin süper güçlerinden olan Büyük Selçuklu’ya bir avuç adamla kafa tutmuş ve Sultan Melikşah, Nizamülmülk gibi devlet büyüklerine yapmış olduğu suikastlarla bir döneme damga vurmuştu. Tarihin ilk suikast örgütünü kuran “Şeytani Zeka”nın sırlarla dolu hayat hikayesi: Hasan Sabbah
Haşhaşiler örgütünü kuran ve ölene kadar liderliğini yapan Hasan Sabbah tarihteki ilk suikast örgütünün kurucusuydu. 11.yüzyılın ortalarında İran’ın Kum kentinde doğdu. Babası On iki İmam Şiiliğinin önemli isimlerinden Ali bin Muhammad’di. Bu yüzdendir ki oğlu Hasan’ın çok iyi bir eğitim almasını istedi. Felsefi ve dini konularda iyi bir eğitim alarak büyüdü. Din âlimi olmak için yollara düşen Sabbah Rey şehrine gitti. On yedi yaşına kadar bağlı kaldığı On iki İmam Şiiliğinden, karşılaştığı birinin sözleriyle ayrıldı ve tüm hayatı değişti. Bu adam Fatımî daisi İbn Attaş’tı. Onun etkisiyle İsmaililik mezhebini benimsemeye başladı. Belki de bu olay her şeyi değiştirecekti. Şiilik o dönemin en yaygın mezheblerinden biriydi. Şiilik o kadar gücü eline almıştı ki Abbasi Halifesi’ne bile söz geçiriyordu. Ta ki Büyük Selçuklu’nun çift başlı kartalı o bölgeye gelene kadar. Hızla büyüyerek bünyesine birçok toprağı katan Büyük Selçuklu; Abbasi halifesinin güvenliğini de teminat olarak alınca bölgede dengeler yeniden değişti ve Sünnilik bölgede yeniden hâkim olmaya başladı. Hasan Sabbah elbette bu duruma sessiz kalamayacaktı.
Fatimilerin son kalesi Mısır’a gitti. Ve şeytani zekâsını devreye sokmaya başladı. İsteği Büyük Selçuklu’yla yeniden dirilen Sünni hareketini ortadan kaldırmak ve Şiiler için yeni bir altın çağı başlatan isim olmaktı. Bu davası uğruna tam 9 yıl boyunca İran’ı diyar diyar dolaştı ve Şiiliğin propagandasını yaydı. 1090 yılına gelince propagandasını hayata geçirdi. Gözüne kestirdiği Alamut Kalesi’ne yerleştirdiği adamlar sayesinde bölge halkı ve garnizonu çok etkilemiş ve hiç kan dökmeden kaleyi ele geçirmişti. Bu ulaşılması zor kalede tarihte benzeri görülmemiş olan Haşhaşi tarikatının temellerini attı. Bu olay Selçuklu ve Hasan Sabbah arasındaki gerilimi arttırmış ve amansız bir mücadeleyi başlatmıştı. Bu tehlikeyi fark eden Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk askerlerine emir verdi ve Hasan Sabbah’ın yakalanmasını istedi. Alamut Kalesi’ni almak için girişimlerde bulunsa da başarılı olamadı. Bu büyük vezirin sonu da Hasan Sabbah’ın kurmuş olduğu Haşhaşilerin elinden olmuştu. 1092 yılında bir gün yemek yediği sırada bir Haşhaşi fedaisi tarafından hançerlendi ve hayata gözlerini yumdu. Bu olaydan sonra Alamut Kalesi adeta suikastçıların seri üretimine başladı. Ölüm ve fitne saçan bir kale oldu.
Hasan Sabbah bölge halkına ilim tahsilini yasakladı. Hasan Sabbah’a göre onların akla ve ilime ihtiyacı yoktu. Onlara bir imam yol göstermeye yeterdi. Hasan Sabbah müritlerine cenneti vaat ediyor ve onları dünyada da huzura eriştirecek çeşitli maddeler veriyordu. Durum böyle olunca elbette müritleri de ona koşulsuz şartsız itaat ediyorlardı. Hasan Sabbah’a göre suikast sisteminin nedeni yalnızca bir düşmandan kurtulmak demek değildi. Aynı zamanda halka da korku aşılıyordu. Suikastlar gizli olmak yerine halkın kalabalık olduğu yerlerde yapılmaya özen gösteriliyordu. Suikastçı saklanmıyor, kaçmıyor bir kahraman edasıyla kendini gösteriyordu. Emri alan suikastçı aslında ölüme yürüyor ve suikastını yaptıktan sonra infaz ediliyordu. Bu yolla birçok fedai yetiştiren Hasan Sabbah’ın büyük çoğunluğunu Abbasi Halifeliği ve Selçuklu devlet adamlarına yaptığı 70’den fazla suikast bulunuyordu. Nizamülmülk’ün ölümünün ardından Sultan Melikşah’ın da vefatı üzerine çıkan taht kavgaları ve haçlı ordusunun faaliyetleriyle bölgede tansiyon bir hayli yüksekti. Hasan Sabbah bu durumdan faydalanarak bölgedeki civar kaleleri de zapt etti.
Tahta Sultan Berkyaruk’un geçip Hasan Sabbah’a muhalif ve düşmanca davranan bir vezir ataması üzerine, Hasan Sabbah Sultan Berkyaruk’a da saldırarak adeta bir gözdağı verdi. Bu faaliyetlerden dolayı bölgede bir kaos havası esti. Ona karşı olan devlet erkânı sokağa çıkarken elbiselerinin içine zırh giymeyi eksik etmez oldular. Sultan Berkyaruk bu beladan kurtulmak için girişimlerde bulunsa da birkaç fedainin canını almaktan başka bir başarı elde edemedi. Fedailer, Sultan Berkyaruk’un ardından tahta geçen Muhammed Tapar döneminde de suikastlarına devam etti. Muhammed Tapar artık bu suikastların son bulmasını istiyordu. Bu fedai grubunu yok etmeyi kafasına koymuştu. Ciddi bir sefer hazırlığının ardından Alamut Kalesi’ni zapt etmek için ordusunu topladı. 10 ay boyunca kaleyi muhasara etti. Hasan Sabbah ve askerleri açlıktan kırılıyordu. Tam kale düştü derken Sultan Muhammed Tapar’ın ölüm haberini gelmesiyle birlikte askerler muhasaradan vazgeçerek İsfahan’a döndü. Yine Haşhaşi sorunu çözüm bulamamıştı.
Boş kalan tahta bu sefer de Sultan Ahmed Sencer oturdu. Onun da kafasında aynı sorun vardı. Hedefi Hasan Sabbah ve Haşhaşileri bitirmekti. Hasan Sabbah’ın emri üzerine hizmetinde olan bir saray görevlisi bir gece Ahmed Sencer’in yanı başına bir hançer sapladı. Hasan Sabbah bu hançerle istediğim zaman seni öldürecek kudrete sahibim mesajını veriyordu. Ahmed Sencer bu olayla birlikte Haşhaşilerle mücadele etmeme kararı aldı ve belli şartlar doğrultusunda Haşhaşi faaliyetlerine göz yumdu. Ele geçirdiği Alamut Kalesi’ndeki odasından dahi 34 yıl boyunca çıkmadığı rivayet edilen Hasan Sabbah 12 Haziran 1124 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Haşhaşi faaliyetleri ise 1256 yılında Moğolların kaleyi yağmalamasına kadar tam 100 yıl boyunca devam etti. Hasan Sabbah ve Haşhaşilerin namı yalnızca Orta Doğu’ya değil Avrupa’ya bile yayılmıştı. Öyle ki İngilizler suikastçı kelimesinin karşılığını Haşhaşilerden türeterek hâlâ kullanıyorlar: Assassin’s