TUTSAKLIK
Nedendir bu? Neden yazmanın, özünde gizlemenin ortaya çıktığı temel yalnızlıkla ilişkisi olurdu? (Blanchot. Yazınsal Uzam. s,29).
Maurice Blanchot (1907-2003) yazı ve yalnızlık arasında ki bağlantının vurgusunu açık bir şekilde böyle vurgulamıştır. Peki, vurguladığı bağlantı gerçekten öyle mi? Yazdığımız kadar yalnız mıyız? Ya da yalnız olduğumuz için mi yazıyoruz?
Her birey kendi içinde bu sorulara farklı cevaplar verebilir ya da böyle bir bağlantının olmadığını varsayabilir. Ancak ne var ki her yazarın kaleme aldığı eserlerin o yazarın iç dünyasının bir parçası olduğunu söyleyebiliyoruz. Yazarlar için bu söylemler elbet geçerli olabilir ancak peki biz neden yazıyoruz? Bizim için de geçerli midir bu söylemler? Yalnızlık denildiğin de akıllara ilk olarak fiziksel olan çevrede başka bir kişinin daha olmaması olarak gelir. Ancak yalnızlık sadece bu mu? Bir insan çevresinde yüzlerce insan varken de yalnız olamaz mı? Bu sorunun cevabı ne yazık ki, evet. İnsan sadece biyolojik bir varlık olmadığından duygu ve düşünleri olan ruhu olan da bir varlıktır. İnsanların düşüncelerin de, duyguların da yalnız olması belki de biyolojik yani fiziksel yalnızlığının çok daha ötesinde bir durumdur. İşte bu durum bizi yazı yazmaya götürür fiziksel yalnızlığımızın dışında ki yalnızlığımızı gidermek için. Blanchot’ un ‘’Yazmak ya da okumak için olsun, yapıtın bağımlılığı içinde yaşayan kişi yalnızca varolmak sözcüğünü dile getiren şeyin yalnızlığına aittir’’. ( Blanchot. Yazınsal Uzam. s,18). İfadesi ile varolmanın yalnızlığını yaşarız bir anlamda.
Varolmanın bu yalnızlığını gidermek için daha çok yazarız, yazdıkça yalnızlığımız azalacak sanırız ancak bu durum ucu görünmeyen ama ışığın geldiği bir uçuruma benzer. Fakat bu noktadan sonrasın da geri dönüş yapmak neredeyse imkânsıza dönüşür.
Çünkü hükmettiğimizi sandığımız sözcükler artık bize hükmediyor bizi oraya hapsetmeye başlıyor. Kurtulmaya çalıştığımız yalnızlığa daha çok batıyoruz.
İçimiz de tuttuklarımızı, paylaşmaya korktuklarımızı, sevinçlerimizi, anılarımızı birkaç sayfa kâğıt ve biraz da mürekkep ile can veriyoruz. Artık sadece içimizde, imgelerimiz de kalmıyorlar özgürleşiyorlar biz ise onları özgürleştirmeye devam eden tutsaklar olarak kalmaya devam ediyoruz. Bir çıkış yolu olarak başladığımız yer bilinmeyen uçurumun dibinden gelen ışık haline gelirken yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. ‘Yazmak, içinde büyülenmenin tehdidinin olduğu yalnızlığın doğrulanmasına katılmaktadır.’ (Blanchot. Yazınsal Uzam. s.28)
Tüm bunların yanında Blanchot yazma eylemi için ‘ Yazmak kendini zaman yokluğunun büyüleyiciliğine bırakmaktadır.’ (Blanchot. Yazınsal Uzam. s.25). diye ekler. Yazma eylemi her ne kadar kendi özgürlüğü için bizi tutsak etse de bu tutsaklığı devam ettirebilmek adına bizi zamanın ötesine de götürmektedir. Zamanın ötesi, zaman kavramının olmaması, zamanın durması, insan için daha cezbedici ne olabilir ki?
Geceni karanlığı zamanın ötesi için belki de en uygun zemini sağlıyor. Belki de ucu bilinmeyen uçurumun ışığının daha parlak görünmesi için gecenin karanlığı hazır da bekliyordur. ‘Kesinlikle gece yarısının bir hazır olması vardır.’ (Blanchot. Yazınsal Uzam. s.106.) sözleri ile gecenin eylemi kendini açığa çıkarıyor.
Yazının ve gecenin karanlığının büyüsüne kapıldığımızda içimizde ki birçok şeyi ve hatta daha fazlasını da dökmekten çekinmeyiz. Aklımızın en ücra köşelerinde kalmış düşünceleri, kalbimizin en derinliklerin de bulunun hisleri, belki de kendimize bile itiraf edemeyeceğimiz birçok şeyi dökeriz bembeyaz kâğıtlara. Dökeriz fakat özgürlüğünü verdiğimiz sözcüklerin üzerine dökeriz bunları. Yarattığımız karakterin olmuştur bizim olan her şey. Öyle ki buna en iyi örnek olacak eser Dostoyevski (1821-1881)’nin Yeraltından Notlar eseridir. Eser, kendi içinde ki düşüncelerini, yıllarca gözlemlediği deneyimlediği tecrübelerini dışarıya olduğu gibi yansıtan adı olmayan bir karakteri anlatır. İnsanın ne okumaktan bıkacağı ne de kendini böyle bir şey yazmaktan alıkoyacağı bir çalışmadır.
Söyleyemediklerimizin söylenmesi, yapamadıklarımızın yapıldığını bir roman karakteri tarafından da olsa yapıldığını görmek herkes için huzurlu olur. Öyle ki en çok da o karaktere can veren yazarı huzura boğar. ‘ İki kere ikinin dört etmesinden bana ne?’ (Dostoyevski. Yeraltından Notlar. s,14). Diyebilecek kadar umarsız, ‘Şüphesiz böyle bir duvarın hakkından gelmeye gücüm yetmezse boşu boşuna yırtınacak değilim, ama karşımda gücümün yetmediği bir taş duvar var diye büsbütün boyun eğmeye de razı olmam.’ (Dostoyevski. Yeraltından Notlar. s,14). İsyanında bulunabilecek kadar da hırçın olabilmek birçoğumuz için mümkün olmuyor. Mümkün olabilenler de bunun için çok iyi bir fedakârlık da bulunması gerekir.
Yine birçok insan bu adsız karakteri basit bir ifade ile sadece roman karakteri olarak görecektir. Ancak bu adsız karakter, bir insanın kendi varoluşunu boyun eğmek zorunda kaldığı tutsaklık uğruna ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Blanchot, M. Yazınsal Uzam. İstanbul: Yapı Kredi Yayınlar.
Dostoyevski, Yeraltından Notlar. (2008). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
0 Yorum