Zaman nedir? Bir illüzyon mu yoksa gerçekten var mı? Geçmiş ve gelecek en az şimdi kadar gerçek mi yoksa bunlar sadece algılarımızdan mı ibaret? İnsanlar uzun zamandır zaman algısını anlamlandırmaya çalışıyor. Filozoflar bu konu üzerine de düşünmüş ve böylece zaman felsefesi adında bir disiplin oluşmuştur. Biz de bu videomuzda zamanın ne olduğuna değiniyoruz. Peki, kilit filozoflar zaman algısı hakkında nasıl görüşler belirtmiş? Gelin videonun devamında hep beraber öğrenelim.
(intro)
Augustinus zamanın harekete bağımlı olduğunu reddederek evrende hiçbir hareketin olmadığı bir durumda bile zihnimizdeki zamanın varlığını koruyacağını söylemiştir. Ona göre hareket ile bu hareketin zihindeki ölçüsü olan zaman birbirlerinden ayrı varlıklardır. Fiziksel öğeler ile hiçbir şekilde varlığı ispat edilemeyen zaman kavramı, idrak etme, hatırlama ve beklenti şeklinde insan zihninde yer kaplamaktadır. Bu bağlamda Augustinus fiziksel zamanın gerçek olmadığını, gerçek olanın fiziksel olayların zihnimizde bıraktığı izlenim olan öznel zaman olduğu sonucuna varmıştır. İtiraflar isimli kitabında bu felsefeyi şöyle açıklamıştır:
“Peki o halde zaman ne? Hiç kimse bana sormazsa biliyorum da biri sorup da ona açıklama yapmam gerektiğinde bilmiyorum. Buna rağmen bildiğimden eminim diyeceğim bir şey varsa o da şudur; hiçbir şey geçip gitmemiş olsa geçmiş zaman olmaz…”
Mutlak zaman anlayışının ilk savunucularından Gassendi, nasıl ki mekanın varlığını insan düşüncesinden bağımsız olarak kabul ediyorsak, aynı şeyi zaman için de yapmamız gerektiğini söylemiştir. Öte yandan varlıkların nerede olduklarının muhatabı mekân ise, varlıkların ne zamanda olduklarının muhatabının zaman olması gerektiğini belirterek de zamanın mekândan da ayrı bir varlığa sahip olduğunu düşünmüştür. Bu bağlamda zaman, fiziksel veya zihinsel hiçbir varlığın etkisi altında kalmadan varlığını sürdüren bir varlıktır.
Zaman kavramına bilimsel yönden yaklaşan Newton zamanın insan ölçümü ve hissiyatından tamamen bağımsız, doğası gereği eşyayla ilişkiye girmeyen, matematiksel bir sistemi olan bir ontolojisinin olduğunu söylemiştir.
Dönemin diğer filozoflarından Rene Descartes ve John Locke gibi isimler de mutlak zaman anlayışını kendi düşünce sistemlerinde kullanmışlar ve zamanın ne ölçtüğümüz gibi, ne de hissettiğimiz gibi olduğunu, başlı başına bir varlık olarak bulunmasının yanı sıra mekân ile birlikte diğer tüm varlıkların var olmasını sağlayan bir yapıda olduğunu kabul etmişlerdir.
Leibniz’e göre zaman, iki olay arasındaki zamansal ilişki, uzay ise iki olay arasındaki mekansal ilişkidir. Dolayısıyla zaman ve uzayın varlığı, her zaman en az iki olaya bağlı olduğu için Newton’un savunduğu gibi mutlak olamaz.
Aynı şekilde Spinoza, zamanın öze değil varoluşa ait bir şey olduğunu söyleyerek bir çemberin veya bir üçgenin özünün, şu anda, Adem’in yaratıldığı zamana kıyasla daha uzun süre var olmuş olduğunun söylenemeyeceğini düşünmüştür.
David Hume görünen ve dokunulabilen somut nesnelerin düzeninden mekân kavramına ulaştığımız gibi, izlenimlerin ve tasavvurların peş peşe gelmesinden zaman kavramına ulaştığımızı söyleyerek zamanın hem bilinçte hem de olgular dünyasında karşılığı olan ilişkisel bir kavram olduğu sonucuna varmıştır.
20. yüzyılın başına kadar geliştirilen zaman düşünceleri arasında hiçbir düşünce, zamanın izafi olabileceği ile ilgili en ufak bir şüpheye dahi varmamıştır. Einstein’a kadarki düşüncelerin hepsinde zamanın herkes için aynı olduğuna dair kuşku duyulmaz bir kabul söz konusudur. Önceki filozofların her biri ne kadar farklı görüşler ortaya koysa da zamanın herkes için aynı olduğunu söylemiştir. Ancak zamanın izafiliğini ortaya koyan Einstein için zaman, hareket eden kişiye göre hızlanan veya yavaşlayan bir yapıdadır. Fiziksel olarak ‘Zamanın hızlı geçmesi’ meselesi, ilk kez İzafiyet teorisi ile ortaya atılmıştır. Einstein’ın ortaya koyduğu bulgular zamanın kütleçekim ve hıza göre değiştiğini göstermektedir. O yüzden Einstein zamanı da mekân gibi koordinat üzerinden gösterebileceğimizi ve bunun 4. boyut olduğunu söylemiştir.
McTaggart, eğer zaman var ise, zamanın nasıl bir gerçeklik yapısında olabileceğine dair yaptığı araştırma sonucunda iki temel ihtimal olduğunu söylemiştir. Bu ihtimallerden biri zamandaki herhangi bir olayın ya geçmişte, ya şimdide ya da gelecekte bulunuyor olması ve zamanın geçmiş, şimdi ve gelecek olarak üç dilime ait bir ontolojik yapıda olmasıdır. Zamanın böyle bir gerçekliğinin olma ihtimaline McTaggart, zamanın A serisi adını vermiştir. Bu seri, zamanın kipli ve dinamik yapısını kabul eder ve zamandaki kipleri dilsel bir kullanım değil, ontolojik bir gerçeklik olarak görür. Yani zaman akmaktadır ve geçmiş şimdiki ve gelecek olaylar varlık haliyle vardır. McTaggart’ın ikinci ihtimali, herhangi bir olayın başka bir olaydan ya önce olduğu ya da sonra olduğu ve bu bağlamda zamanın önce ve sonra ile ilişkili bir ontolojisinin olma ihtimalidir. Zamanın bu şekilde bir gerçeklikte olma ihtimaline McTaggart, zamanın B serisi adını vermiştir. Zamanı kipsiz ve statik bir yapıda gören bu seri için kullandığımız kipler dilin bir ürünü, hissettiğimiz zamanın akma özelliği ise psikolojimizin bir ürünü olup gerçeklik ile ilişkileri yoktur. Gerçeklik ile ilişkisi olan ise statik, kipsiz ve bütün olayları önce olan olaylar, sonra olan olaylar veya eşzamanlı olan olaylar olarak içerisinde barındıran yapıdaki bir zamandır. McTaggart’ın zamanı bu iki teoriye indirgemesi zaman felsefesi adına bir dönüm noktasıdır ve modern felsefede zaman algısı bu iki teori üzerinden şekillenmektedir.
İşte bazı önemli filozoflar zaman hakkında bunları söylemiştir. Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.